Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu'na göre, İYI Parti MHP ile birleşsin isteniyor

Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu: 2017 referandumuyla birlikte Türkiye, demokrasiyle bağlantısını tamamen koparmıştır. Bu tür özelliklere sahip rejimlerde, anayasanın etkin ve bağlayıcı olma özelliği geri plana atıldığı vakit, bunun ortaya çıkardığı boşluğu keyfi şekilde hareket eden yürütme dolduruyor.

Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu'na göre, İYI Parti MHP ile birleşsin isteniyor
19 Ekim 2020 - 10:00

Hükümetin nerede bittiği, devletin nerede başladığı, oradaki sınır bulanıklaşıyor. Devlet ve hükümet ilişkisinin muğlaklaşması, sınırın yok oluşu, devlet aygıtlarının parti aygıtına dönüşmesi, onunla birlikte anayasal takıyyenin gelişmesi, kurumsal yapıların ciddi erozyona uğraması ya da ortadan kaldırılmasını beraberinde getiriyor.



Seçim araştırmalarında halka sormuştuk, “Hiç oy vermeyeceğiniz parti hangisi” diye…Neredeyse 3’te 1 HDP diyor. Onun için partilerin beraber çalışıyor izlenimi vermeleri kendi seçmenlerine kolay anlatılamayacak bir durum. Gerek AKP, gerek MHP, HDP ve İYİ Parti arasındaki ideolojik farklılıkları olabildiğince gün yüzüne çıkarıp seçmenin gözüne sokmak suretiyle orada bir tesanütün olmamasını sağlamak peşinde. İYİ Parti bloktan çıksın, MHP ile birleşsin istiyorlar.



- Önce, Kars Belediyesi Eşbaşkanlığı görevinden uzaklaştırılarak tutuklanan Ayhan Bilgen, ardından eski HDP milletvekili Altan Tan’ın açıklamaları gündeme geldi. İkisi de HDP için yeni bir döneme girilmesi çağrısı yaptı. Bu çağrıyı zamanlaması bakımından değerlendirir misiniz?

Şu anda herkes arayış içinde. Bütün bu yapılanlar, bu arayış döneminin getirdikleri. Arayışın ortaya çıkması, özellikle 2017 referandumundan sonra gelişen koşullarla belirlendi.

- Arayıştan kastınız?

2017 referandumuyla birlikte Türkiye demokrasiyle bağlantısını tamamen koparmıştır. Böyle bir ortamda partiler ne anlama geliyor, seçim ne anlama geliyor, demokrasi ne anlama geliyor? Aynı zamanda Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullarda sivil toplum ne anlama geliyor? Dikkat edilmeyen husus şu: 2017’deki referandumda oylanan anayasa değişiklikleri, anayasanın geri kalan maddelerinin çalışmasına imkân vermeyecek durumda. Dolayısıyla bizde bir tutarsızlıklar manzumesi olarak anayasa var. Anayasanın bir kısmını uyguladığınızda diğer kısmını uygulama şansınız yok. Örneğin parti başkanı olan bir cumhurbaşkanı aynı zamanda anayasa’nın 103. maddesine göre tarafsız. Bu mümkün değil. Dolayısıyla bu maddelerden biri sürekli ihlal edilecek demektir. Böyle bir sonuç ortaya çıktığı zaman, anayasa büyük ölçüde anlamını yitiriyor. Bu değişime siyaset biliminde “anayasa takıyyesi” diyoruz. Ortada bir anayasa var, ama yok…

- Son röportajımızda Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, “Anayasal değil, anayasalı devlet” olduk dedi…

Bu tür özelliklere sahip rejimlerde anayasanın etkin ve bağlayıcı olma özelliği geri plana atıldığı vakit, bunun ortaya çıkardığı boşluğu keyfi şekilde hareket eden yürütme dolduruyor. Kişiselleşmiş, keyfileşmiş yürütme… O zaman bu yürütmenin yapısı itibarıyla hükümetin nerede bittiği, devletin nerede başladığı, oradaki sınır bulanıklaşıyor. Bir parti devletimsi görüntü ortaya çıkıyor. Devlet ve hükümet ilişkisinin muğlaklaşması, sınırın yok oluşu, devlet aygıtlarının parti aygıtına dönüşmesi, onunla birlikte anayasal takıyyenin gelişmesi, kurumsal yapıların ciddi erozyona uğraması ya da ortadan kaldırılmasını beraberinde getiriyor. Kamu bürokrasisi 40 yıllık kariyerlerdir. Devlette sürekliliği sağlar. BBC’de “Yes Minister” diye bir dizi vardı. Müsteşar olan kişi, “Bakanlar 10 ayda bir değişiyor, ben 35 yıldır buradayım” diyor. Devamlılığı İngiliz demokrasisinde sağlayan kamu bürokrasisinin o yapısı ve parlamento ve hükümetle olan bağı; ülkemizde bu ilişkiler siyasi partinin kontrolü altına alındı. Partizan bürokrasi bu durumda ortaya çıkmasa bile büyük ölçüde güçlendi.

- ‘Herkes arayışta’ dediniz, bununla bağlantısı?

Bu gelişmelerin tamamı Türkiye’nin anayasasının daha önceki maddelerinde yazan, önceden alışkın olduğumuz çok partili hayatın sonuna geldiğimizi gösteriyor. Çünkü iktidarın değişmesi durumunda dahi, -ki böyle bir rejimde iktidar kolay değişmiyor- kamu bürokrasisinin nasıl tepki vereceği ve nasıl yönetileceğini bilmiyoruz. Bu rejimlerde karar alma zorlaşıyor. O mekanizma kişiselleşiyor. Kamu bürokrasisi politika üretmiyor, onun yerine günün koşullarına göre karar alarak yola devam ediyor. Muhalefet, hiç olmadığı ya da küçük olduğu veya kale alınmadığı için alınan kararların düzgün olup olmadığı hiçbir zaman anlaşılamıyor. Bir karar istikrarsızlığı yaşanıyor. Saydıklarımın hepsine sahip olan rejime siyaset sosyolojisinde “sultanizm” deniyor.

- Ve bu tablo içinde muhalefetin bir değeri olmadığını düşünüyorsunuz…

Yok ve giderek de azalma durumunda. Bu yapıda seçim olabilir ama demokratik seçim olamaz. Demokratik olabilmesi için herkesin özgürce fikrini beyan edebiliyor olması lazım. Muhalefetin özgürce seçim kampanyası yapabiliyor olması lazım. Ne 2017 halkoylaması ne de 2018’deki seçimler demokratik seçim ilkelerine uygundu. Seçimlerin dürüstlüğünü karşılaştıran araştırmalar var; bunlardan PEI çok kullanılıyor. Türkiye, seçimlerin dürüstlüğü sıralamasında 2018 yılında dünyada 123. sırada ve seçimli otokrasi olarak sayılıyor. Yıpranan kurumlardan biri de Yüksek Seçim Kurulu’ydu. Seçim tarihimizde 16 Nisan 2017 halkoylamasında olduğu gibi 5 bin sandıkta pusulaların mühürlenmesinin unutulması gibi bir şey hiç yaşanmamıştı. Bunları gören muhalefet nasıl tekrar çok partili, demokratik bir yapıya dönebiliriz diye sorguluyor.

- Ancak Bilgen ve Tan’ın açıklamaları daha çok içeriden, terör örgütü PKK ile ilişkiye dair bir eleştiriydi…



ÇOK UZUN ZAMANDIR ELEŞTİRİLİYOR ZATEN.



- Elbette iki ismin de ilk çıkışı değil: Örneğin, Bilgen daha önce partinin yapısal sorunları olduğunu söyledi... HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan “Artık kimse kapalı kapılar ardında HDP ile ittifak görüşmeleri yapmayacak, yapamayacak” dedi... Bilgen de “Hiçbir parti HDP ile açık ittifak yapmayı göze alamamaktadır. Hem müdahaleden şikâyet edip hem Kandil ve İmralı için pozisyon belirlemeye kalkmak kendi pozisyonunun gereğini yapmamakla ilgili bir handikaptır” derken Buldan’ın talebinin neden hayata geçirilemediğini “içeriden” bir ses olarak mı dillendirmiş oluyor?

Konuşmada, demokrasinin güçlendirilmesi suretiyle kendilerinin sorun gördüğü özellikle ayrımcılık üzerinden değişikliklerin teminini vurgulayan bir kısmının olması gayet doğal. Bunu ben siyasal katılma yanlısı bir açıklama olarak okudum. Buradaki asıl mesele şu: Türkiye’nin tekrar çok partili, demokratik bir rejime dönmesi söz konusuysa bunun için geniş bir mutabakat gerekiyor. Biz yirmi yıldır yaptığımız seçim araştırmalarında bir saptama yaptık. AKP ve MHP en sağdaki iki parti olarak gözüküyor seçmenin gözünde. Dolayısıyla iktidarda bulunan AKP-MHP ve belki BBP gibi partiler dışında kalan geniş bir parti yelpazesinin -ki bu solun tamamı, artı merkez, artı orta sağı içerecek durumda- tekrar demokrasiyi inşa etmek için bir araya gelip geniş bir yelpaze içinde çalışmaları lazım. Bu yelpazenin içinde beş benzemez var. Demokratik bir seçimde bunlar bir ittifak oluşturup bir arada hareket edemezler, gerek de yoktur. Herkes toplumdaki ağırlığı kadar oy alır.

- Bir arada olmak da zor…

Tabii. Çeşitli ideolojik farklılıklar, seçmen farkları vardır ve dolayısıyla bunların bir araya getirilmesi de bir arada tutulması da pek zordur. Ama bugün Kılıçdaroğlu’nun son konuşmasında belirttiği gibi, Türkiye demokrasi cephesi ile otoriterlik cephesi arasında bir yarışa giriyor. Bir tür Türkiye’nin yeniden çok partili sisteme geçmesi referandumu yapılacak. Geniş bir kitleye gereksinim var ve bunun içinde yüzde 10 oyu aşan HDP’nin de bulunması gerekli. Aksi halde bu sonuca ulaşmanız mümkün belki ama çok zor. Dolayısıyla aşırı sağda olmayan partilerden herhangi birisini tamamen dışarıda bırakarak yarışmak mümkün değil. HDP’nin demokrasi dışı, sultanist bir yapıda çalışmasının tercih edilmediği, 2015 seçimlerinden itibaren vurgulandı. Dolayısıyla, iktidarın gözünden bakıldığında “HDP ile diğer muhalefet partilerinin çalışmasını engellemek için ne yapmak gerekir” sorusu anlam kazanıyor. HDP’nin terör örgütünün vitrini olduğunu göstermek ve onunla birlikte bulunmanın meşruiyeti zedelediğini ortaya çıkarmak… Seçim araştırmalarında halka sormuştuk, “Hiç oy vermeyeceğiniz parti hangisi” diye…

- Sonuç?

Neredeyse 3’te 1 HDP diyor. Onun için partilerin beraber çalışıyor izlenimi vermeleri, kendi seçmenlerine kolay anlatılamayacak bir durum. İktidar, muhalefet blokunu burada bir açmazla karşı karşıya bırakmak istiyor. Bu kadar çapraşık ilişki içinde bulunan bir bloku bir arada tutmak fevkalade zor. İktidar, kendilerinin iktidarını güçlendirmek için buradaki zorlukları artıracak politikalar izlemeye çalışıyor.

- Hocam anlıyorum da, bu sefer kendi içinden yüksek tonlu, beklenmeyen bir eleştiri aldı… Tüm anlattıklarınızla birleştirildiğinde Bilgen’in çıkışı iktidarın ekmeğine yağ sürmedi mi?

Bakın, HDP, dışlandığı takdirde belki yüzde 10’u tutturmakta zorlanacak. Bunu içeriden bir uyarı olarak da alabiliriz. Ayrıca HDP üzerinde çok uzun zamandır yapılan bir eleştiri de Türkiye’nin partisi olmamak. Bunun güçlü bir şekilde gösterilmesini sağlayacak şekilde hareket etmeleri bekleniyor.

- Ben de tam oraya geliyordum: Ayhan Bilgen, “HDP tersine Türkiyelileşme yaşıyor” dedi. Siyaset bilimci olarak katılır mısınız?

Şimdi göreceğiz nereye doğru gitmekte olduklarını. Geldikleri aşamada olabildiğince seçmendeki görüntülerini bozacak bir şekilde propagandaya muhatap oldular. Özellikle hükümet medyasından geliyor bu, çünkü hükümetteki partilerin burada gösterdikleri performans da pek iç açıcı değil. İktidar, Öcalan’dan gelen mektup, Osman Öcalan’ın televizyona çıkarılması gibi birtakım jestlerle buradaki seçmenden 2019 yerel seçimlerinde oy devşirmeye kalkıştı, yani doğrudan PKK’yi kullanıyorlar, ama bu seçmenleri nezdinde herhangi bir şekilde sorun teşkil etmiyor. Medyada aşırı sağ teflon bir propaganda var. Öte yandan Kılıçdaroğlu, PKK tarafından kurşun sıkılmış tek parti lideri. Buna rağmen kolaylıkla Kılıçdaroğlu’nun PKK ile temasta olduğunu söyleyebiliyorlar ve bu propaganda kendi tabanlarında karşılık buluyor.

- Şunu sormama izin verin: ‘Sultanist’ sistemin ürünü olduğunu söylediğiniz bu durum, aslında 90’lı yıllarda yaşanmıyor muydu? Yine Kürt milletvekilleri hapse atılıp siyasi yasaklı hale gelmiyor muydu? O zaman parlamenter sistem vardı ama…

O zaman yapılan şey güvenlikçi bir yaklaşımdı. Türkiye karşı karşıya kaldığı bu sorunla nasıl boğuşacağı konusunda arayış içindeydi. İlker Başbuğ, kitabında şöyle diyor, “Beş kere PKK’yi yok ettik, altı kere geri geldi…” Önce terör örgütü ve terör örgütünün yaptığı faaliyetlere etkin yardımda bulunanların güvenlik kuvvetleri tarafından izale edileceği varsayılır. Tabii güvenlik kuvvetleriyle çözeceksiniz, ama Türkiye sınırları dışına taşan, Avrupa’da, Moskova’da, Washington’da, bütün büyük başkentlerde bürolarıyla, ekipleriyle etkin bulunan, AB’de propaganda yapan bir hale döndüğü gibi bizim sınırlarımızın dışında güneyde, Ermenistan’da orada burada örgütlenmiş şekilde hareket eden, Türkiye üzerine gelen bir hareket haline dönüştü. Bunun için sadece güvenlikçi bir çözüm değil, iktisadi, toplumsal, kültürel, siyasal birtakım adımlara işaret ediliyor İlker Paşa’nın kitabında temel itibarıyla. Biz çok uzun bir yoldan geçtiğimiz için, neyin çalışmadığını biliyoruz artık. Çalışmayan şeyi bir daha denemenin anlamı var mı?



“Esas sorunumuz demokrasi sadece Kürtler için değil, herkes için araç olmaktan çıkıyor. Demokrasiyi, milli birliğin gelişmesi ve köklenmesi için bir araç olarak kullanmak yerine, demokrasi dışına çıkılarak, iktidarda kalmak için oyu araçsallaştırıyorlar, çünkü iktidardaki partiler kendilerinin popüler olduğunu ispat etmek durumundalar. “Biz halka dayanıyoruz, halkın tercihiyiz, halkla aramızda olan Meclis, mahkeme, medya, basın vb. kurumları kabul etmiyor, doğrudan halkla ilişki içinde yönetmek istiyoruz. Anayasayı kabul etmiyoruz, denetimi, hesap vermeyi kabul etmiyoruz. Halk bizi seçiyor. Biz meşruyuz demeye” getiriyorlar. O seçim ancak özgürlükler ortamında, muhalefetin de eşit şartlarda yarışabildiği bir kampanyasıyla, basının özgür olduğu durumda demokratik bir seçimdir. Yoksa bütün otoriter rejimlerde meşruiyetlerini halkın oyuna dayadıklarını ilan ediyorlar; Kuzey Kore’de bile seçim oluyor, ama demokratik seçim değil.

İYİ PARTİ BLOKTAN ÇIKSIN, MHP İLE BİRLEŞSİN İSTİYORLAR



- HDP’yi kapatma girişimi bekliyor musunuz?

Hiçbir önemi yok. Bu partiler çok kapatıldı, yenisi kuruldu. Orada bir seçmen kitlesi var. O seçmen kitlesinin belli duyarlılıkları var. Bu seçmen kitlesinin Türkiye’nin ulusal siyasetinin önemli bir parçası olarak demokraside var olup olmayacağı temel sorunumuz. Bu kitleyi demokrasiden dışlarsanız Türkiye’nin milli birliğini güçlendirmiş olmazsınız; çünkü demokrasi, siyasal katılma ve temsille ulusal birlik temin eden temel araçlardan birisidir.

- Asıl hedef İYİ Parti’yi Millet İttifakı’ndan koparmak mı?

Gerek AKP, gerek MHP; HDP ve İYİ Parti arasındaki ideolojik farklılıkları olabildiğince gün yüzüne çıkarıp seçmenin gözüne sokmak suretiyle orada bir tesanütün olmamasını sağlamak peşinde. İYİ Parti bloktan çıksın, MHP ile birleşsin istiyorlar. Mesele şu: MHP, “HDP bizim için yoktur” dedi. 2015 Haziranı’ndan itibaren bulunmadığını söyledi. Gelelim davranışa: 2018’den itibaren Meclis’te yapılan oylamalarda MHP ile HDP aynı yönde oy kullandı pek çok kez. Andımız oylamasına bakalım. MHP, andımıza sahip mi çıktı, hayır! HDP hayır dedi, MHP çekimser. Çekimser, hayır demektir. Sayarsanız bunları, 17-18 oylamada aynı yönde oy verdiklerini görüyorsunuz.

- Bunu nasıl yorumlamalı?

MHP bile HDP ile aynı düşünüp hareket edebilen bir parti. İYİ Parti niye yapmasın o zaman?.. İktidar, bu tutarsızlıkların herhangi bir şekilde kendilerine fatura edilmediği kanısında.

- Ediliyor mu?

23 Haziran 2019’daki tekrar seçimde tutmadığını gördük. Ne kadar tutar onu da bilmiyorum. Hele bugünün koşullarında… Türkiye anayasa krizi, onun yarattığı siyasi kriz, iktisadi kriz, kamu sağlığı politikası krizi gibi çeşitli krizleri yaşar ve ağır biçimde etkilenirken işe yarayacak mı bilmiyorum. Bu, seçmenin değişim talebiyle ilgili. Muhalefet bu değişim talebine yanıt verirse etkili olacağını düşünüyorum. Muhalefetin mesela, iktidar partisinin doğrudan PKK’nin lideriyle çeşitli ortak seçim kampanyası girişimlerinde bulunabildiğini sonra da dönüp onu telin ettiğini iyi anlatması önemliymiş gibi duruyor. İktidar partilerinin tutarsızlıkları çok sayıda ve pek müthiş.



SÖYLEM DEĞİL, EYLEM!



- Ayhan Bilgen’in, “HDP kendi pozisyonunu kişisel kapris ve hesaplarla sabote edilmeyecek netlikte tarif ederse, Türkiye siyasetindeki anahtar rolü hem iktidarla hem muhalefetle ilişkilerini yeniden şekillendirecek 3. yol zemini geliştirecektir” sözlerini nasıl okursunuz?

Bu mümkün mü acaba? Siyasette herkesin aynı şeyi anlayabileceği bir şey üretmek mümkün mü? Demogojiye çok açık. Pek mümkün değil. Burada sadece söyleme bakılmıyor, aynı zamanda davranışa da bakılıyor. Bunların akrabalık ilişkileri var. Akrabalarından biri öldü ya da öldürüldüğü takdirde cenazesine gittiği zaman “Senin söylemin nerede, davranışın nerede!” diyerek “Bu PKK partisidir” diyerek propaganda yapmak son derece kolay hale geliyor. Sadece söylemle giderebilme imkânları çok sınırlı. Edimleriyle de gösterebilmeleri gerekiyor.

‘SEÇTİĞİM ADAM CEBİMİ DOLDURUYOR MU?’



- Biz demokrasiden ne anlıyoruz?

2016’da doktora öğrencime bir tez yazdırdım. Dünyada “demokrasi” üzerine yapılmış araştırmalara ulaşıp, halkın demokrasiden ne anladığını saptamaya çalıştık. Çok ilginç bir manzara ortaya çıktı. Avrupa’ya yoğunlaştık. Kuzeybatıdan Türkiye’ye Güneydoğu’ya doğru bir eksen üzerinde verev bir hat çizerseniz, kuzeye çıktığınızda demokrasiden anlaşılan “özgürlüğümü garanti ediyor mu, haklarımı koruyor mu, hukukumu koruyor mu”, güneydoğuya indikçe “seçtiğim adam cebimi dolduruyor mu”; yani demokrasi “popülist patronaj” mekanizmasından ibaret büyük bir çoğunluğun gözünde…

- Hocam o zaman Türkiye’de bir kesimin demokrasi ihtiyacı epey karşılanıyor…

E, tabii. Olabildiğince patronaja indirgemeye çalışıyorlar. Bütçeden birtakım ödemeler yapılmak suretiyle “daha ne istiyorsunuz” diyorlar. Bizde demokrasiden patronaj politikası anlaşılıyor. Özgürlükler konusunda da ilginç bir görüntü var. Türkiye’de çok yaygın anomi var. Kavram olarak Emile Durkheim’a ait. Grekçe nomos, kural demek. Anomi, kuralsızlık demek. Buna Türkiye’de büyük bir destek var. Kural, yasa, düzenleme dışında aklımıza estiği gibi ve başkalarının varlığını dikkate almadan davranmak anomik davranış. Apartmanıma iki kat fazladan çıkabilirim, trafikte ters yöne girebilir, kaldırımdan motosikletimle gidebilirim gibi. Dolayısıyla kural kabul etmiyor. Bu bir yönetim problemi.

“Bu tür hesaplaşmaların, çeşitli çıkışların, muhalefete muhalefet etmenin çok entelektüel bir şey olduğu düşünülüyor. Muhalefete muhalefet etmek değil, muhalefeti güçlendirip demokrasiye dönmeyi sağlamak temel amaç. Döndükten sonra fraksiyon savaşlarınıza devam edebilirsiniz.”



“Biz 1946 seçimlerine benzer bir seçim mi yaşayacağız, yoksa 1950 seçimlerine benzer mi? 2017’den beri 1946 seçimlerine benzer seçimler yaşıyoruz. 1950’ye dönersek, demokrasinin seçimlerini yapmaya ve seçmenlerin etraflı enformasyon ve özgür düşünceleriyle karar verecekleri bir seçim ortamına dönebileceğiz demektir.”

RADİKALLİKLERİ TÖRPÜLENİYOR



- AKP, Kürt seçmeni yeniden kazanabilir mi?

Refah Partisi’nden beri söylenen “Orada çok mütedeyyin bir kitle var. O kitle bize oy verir. Biz o kitlenin demokratik sürece katılarak milli bütünlüğe katkıda bulunmasını sağlarız” savı vardı. 2015’e kadar Kürt seçmenin 3’te 2’sine hitap ediyordu. Ama 2015’ten itibaren bu denge döndü. 6 milyon civarında seçmen HDP’ye oy veriyor.

- Yeni partilere kayar mı?

Baraj sorunu olduğu sürece zor. Baraj kalkarsa olabilir. Barajı kaldırmak bu tür farklılıkların oy temin etmesine daha fazla imkân sağlayacaktır. Bu yolla temsili geliştirmiş olursunuz. Bu durumda siyasal partilerden ayrılanlar daha ideolojik düşünen ve belki daha radikaller olacaktır. Bu partilerin belli bir süre siyasi hayatta kalmak suretiyle radikallikleri törpüleniyor.

- HDP’nin törpülendi mi?

Daha demokratik bir söylem içinde. Daha Türkiye’nin partisi olmak demokrasi içinde kalma, siyasal katılma, milli siyasetin unsuru olmak demektir. Buna doğru dönmeye çalışan bir parti görüntüsü veriyor. Bunun önünü kesmeye, “Sen öyle değilsin, sen aslında PKK’sin, milli siyaseti bozmaya çalışıyorsun” imajı yaratmaya çalışıyorlar ki yukarıda anlattığımız gelişmeler gerçekleşsin.



NEDEN PROF. DR. ERSİN KALAYCIOĞLU?



1973 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu, ABD’de Iowa Üniversitesi’nde siyaset bilimi bölümüne devam ederek yüksek lisans ve doktora programını tamamladı. İstanbul Üniversitesi İktisat ve Siyasal Bilimler fakülteleriyle, Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyeliği yaptı. 2004-2007 yılları arasında ise Işık Üniversitesi’nin  rektörlüğü görevini yürüttü. Halen Sabancı Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan siyaset bilimi profesörü, “Siyasal Katılma ve Seçmen Davranışı”, “Değerler Araştırması”, “Milliyetçilik” gibi birçok araştırmada yer aldı. HDP’li Ayhan Bilgen’in açıklamaları, ardından yeniden başlayan “parti kapatılacak” iddiaları gün yüzüne çıkınca, tüm bunlarla birlikte Millet İttifakı’nın geleceğini de konuşmak gerekti, Prof. Kalaycıoğlu ile buluştuk.   
  

YORUMLAR

  • 0 Yorum