"Stephen King delilik krallığının zirvesinde..."

Bence en korkunç hikayeler/filmler bile sağlam bir zemine dayanmadıkları takdirde başarılı olmaz. Hatta gerçek anlamda ürkütmez bile...

"Stephen King delilik krallığının zirvesinde..."
22 Kasım 2019 - 10:40
Stephen King dönüyor. Edebiyat tarihinin belki en verimli dehşet ve gerilim yazarı, 1976'lardan itibaren roman, hikaye, senaryo, TV filmi, kısa film, video oyunu vb. çeşitli alanlarda 310'u aşmış yapıta imza atmış, önümüzdeki dönemde de 2021'lere dek yeni projelere angaje olmuş bu 72 yaşındaki (1947 doğumlu) Amerikan sanatçısı şimdiye dek bizleri o kadar çok ürküttü ki...

En hatırlanan filmleri arasında Carrrie-Günah Tohumu, The Shining-Cinnet, Kujo, Christine, Hayvan Mezarlığı, Yeşil Yol, son dönemdeki İT-O serisi gibi klasikler bulunan King, uzun yıllardır daha çok TV için çalışmıştı.

Bu film yine onun 2013'de yazdığı bir romana dayanıyor. Ve de Hush, The Haunting of Hill House gibi TV işleriyle büyük ilgi çeken yazar-yönetmen Mike Flanagan'ın imzasıyla perdeye geliyor.

Filmin belki temel özelliği sadece bir başka roman uyarlaması değil, hem o son romanın, hem de onun esin kaynağı olan ve yine King'in eserinden, dahi yönetmen Stanley Kubrick tarafından yönetilen The Shining filminin bir devamı olması. Böylece Flanagan bu iki dehaya birden hizmet ediyor. Ve işi zor gözüküyor. Başarısı ise bence çok tartışmalı.



Asıl roman/film, dengesini giderek yitiren ve karısıyla küçük oğluna tam bir dehşet uygulayan bir adamın öyküsüydü. Burada ise yıllar sonra o çocuğu, yani Jack Torrance'ın oğlu Dan (Danny) Torrance'ı buluyoruz. Korkunç çocukluk anılarından bir ölçüde kurtulmuş, uzun süre esiri olduğu alkolü de bırakmış, yaşlılara hizmet veren bir huzurevinde çalışan bir tıp gönüllüsü.

Ve bu arada çocukluğundaki o özelliğe yine sahiptir. Yani 'shining-pırıltı' sözcüğünün ifade ettiği biçimde içsel veya zihinsel özeliklere sahip olmak. Ve böylece başkalarının zihinlerindeki en gizli düşünceleri bile okuyabilmek...

Ama etrafındaki öyle bir dünyadır ki... Özgün Shining'in dünyasından bin beter... Bir dehşet ve vahşet çağı. O kötülük kumkuması insanların arasındaki en korkuncu da The True Knot-Gerçek Düğüm (ya da bağ/bağlılık) ismini taşıyan bir büyük cemaattir. Mensupları sanki çağdaş bir Charles Manson çetesi gibidir: modern, psişik vampir hippi'ler!..

Ve bunlar özellikle tıpkı Danny gibi 'pırıltılı' çocukların peşindedir. Onları acımasızca öldürüp ruhlarını beslemek, ömürlerini uzatmak için... Belki tam ölümsüzlüğe dek... Ve bunların arasındaki kimi 'renkli' tiplerin yanısıra başı çeken bir kadındır: Rose the Hat-Şapka Rose.

Bu, en azından perdeye Rebecca Ferguson denen oyuncu sayesinde geldiği kadarıyla, alabildiğine alımlı, seksi, çekici, karizmatik, şehvetli bir dişidir. Ve de son derece aç: bir yamyam kadar...

Ama karşısında belki dengeyi biraz sağlayabilecek bir hatun vardır: siyahi Abra Stone. Ki o da o ışıltıdan nasibini almışlardandır. Danny'yle Abra işbirliği yapar ve bu ölüm çemberinden kurtulmaya çabalarlar.



Doğrudur: Filmin görselliği sağlam, temposu akıcıdır. Ve belki Flanagan belli ölçüde övgüyü hak eder. Özellikle perdede has, arı, damıtılmış bir korkuyu hissetmek isteyenlerce... Gerçekten de birçok sahne, perdede olasılıkla şimdiye dek çekilmiş en ürkünç sahneler olma titrine aday olabilir!..

Ama asıl aranan, asıl önemli olan bu mudur? Bence en korkunç hikayeler/filmler bile sağlam bir zemine dayanmadıkları takdirde başarılı olmaz. Hatta gerçek anlamda ürkütmez bile...

Sinema tarihinden süzülüp gelen tüm o ünlü korku filmleri ve onların kahramanları, o Frankenstein, Dracula, Ölmeyen Mumya, Görünmeyen Adam öyküleri, o Edgar Allan Poe uyarlamaları ve başka şeyler, arkalarındaki gerçek bir insan dramına ve belli bir felsefeye yaslandıkları için öylesine ölümsüzleşmişlerdir.

Burada bu yok. O abartılı ürkünçlük ve sınırsız şeytanilik ayakta duramıyor. Bir eleştirmen "Stephen King, sanki Delilik Krallığı'nın zirvesinde" demiş. Gerçekten de öyle.

Ve film benzer biçimde The Shining-Cinnet filmine yaslanmakta da yetersiz. Aynı kahramanın büyümüş halini kullanmak; etrafa yine o filmden birkaç yan kişilik serpiştirmek; aynı mekanları, özellikle de Overlook Otel'i kullanmak; Cinnet'in belki en ünlü sahnesine (Jack Nicholson'la Shelley Duvall duvarın iki yanında) üç saniyelik de olsa yer vermek... Bunlar filme gerçek bir ilginçlik sağlamıyor.

Ve film biraz da King ve Kubrick arasında kalıyor; ikisine de tam olarak yanaşamadan... İyi oyuncu Ewan McGregor'un çabası, kadın oyuncular Kyliegh Curran ve Rebecca Ferguson'un apaçık becerileri de filmi yeterince yüceltemiyor. 

Ama "İlla da korku olsun da yeter" diyenler göz atabilirler.



Atilla Dorsay

Atilla Dorsay



[email protected]

YORUMLAR

  • 0 Yorum