Türkiye'nin harekâttaki yalnızlığı

"Açık ve teknik bir kamusal tartışmaya geri dönmek, karar verme süreçlerini şeffaflaştırmak zorundayız"

Türkiye'nin harekâttaki yalnızlığı
10 Ekim 2019 - 10:57
Bugün Ankara Garı önündeki katliamın yıl dönümü. 2015'te yaşanan, dönemin Başbakanının sıkılmadan kokteyl terör diye tanımladığı ama herkesin o zaman da bugün de bildiği gibi IŞİD tarafından düzenlenmiş o katliamda canlarını kaybedenler için bir dakikalık saygı duruşu istendiğinde Konya'daki futbol izleyicileri bunu çok ya da gereksiz bulup yuh çekmişlerdi. Zira ölenler barış yürüyüşündeydiler, solcuydular, bir kısmı Alevi, bir kısmı Kürttü. Böyle olunca milletin bir parçası olamıyordunuz demek ki! Gene aynı Başbakan, bu olayın 22 gün sonra yapılacak seçimlerde alacakları seçmen desteğini arttırdığını da söylemişti.

Dört yıl sonra Türk Silahlı Kuvvetleri güneyde bir harekât başlattı. Ne kadar süreceğini kestirmek şu an için mümkün değil. Bu savaşta varılmak istenen hedeflerin sınırını Başkan Trump ile yapılan konuşmanın çizip çizmediğini henüz kamuoyu bilmiyor. Bu savaşı uzun zamandır isteyenler vardı. Sonunda muratlarına erdiler. Güvenlik meselesinin gerçek olduğu bilinse de bunun bir harekâtla çözülmeye çalışılmasının illa gerekli olup olmadığını sorgulamak daha bir süre söz konusu edilemeyecektir. Orta sınıfları, askerlikten bedel ödeyerek hepten yırtmış bir ülkede aynı orta sınıflar savaş çığırtkanlığından geri kalmıyorlar. Bunu yaparken de belli ki pek utanmıyorlar. Sonuçta altını çizmek gerekir, bu savaşın ceremesini ülkenin fakir ailelerinin çocukları, diplomalı işsiz oldukları için profesyonel askerliği seçen gençler ve çaresizler çekecek.

Varılan noktanın pek çok açıdan analizini yapmak mümkün. CHP'nin kararıyla başlamak iyi olur. Hem dış politika hem de iç politika açısından bir iflasın, çapsızlığın, basiretsizliğin mümtaz bir örneği olduğundan. Ana muhalefet lideri, yerden yere vurduğu, sorduğu 7 soruyla yargılamaya çalıştığı Suriye politikasının sorumlularına oyunu yeniden kurma yetkisini kendisinin bile inandığı şüphe götürür bir gerekçeyle bahşetti. Bu yerden yere vurulası politikayı Meclis'ten tüm ülkeye teşhir etmeye çalışmaktansa korkularına ve önyargılarına teslim olmanın rahatlığını tercih etti. Meselenin aslında Kürt meselesi olduğunu bilmenin sonucuydu muhtemelen aldığı tavır, tıpkı dokunulmazlıkların kaldırılmasında yaşandığı gibi. Bunu yaparak 31 Mart ve 23 Haziran akşamları ülkede yeşermiş olan siyasi değişim umudunu da yerin yedi kat dibine gömdü. Ya da en azından çukuru kazdı.

Genel tabloya baktığımızda asıl çarpıcı olan Türkiye'nin bu harekâtta kendisini ne kadar yalnız bulduğudur. Yalnızca Amerikan Kongresi'nden gelen sert ve ülkenin zaafları nedeniyle küstahlaşabilen mesajlardan ibaret değil bu yalnızlığın işaretleri. Astana'daki ortak İran'ın önemli şahsiyetlerinden Meclis Başkanı Ali Larijani Türkiye ziyaretini iptal etti. Cumhurbaşkanı Ruhani de Türkiye'nin kaygılarını anladıklarını ama askeri müdahalenin çözüm olmayacağını söylemişti. Birleşmiş Milletler'de çıkacak kararın bir hükmü olmayacaktır ancak Güvenlik Konseyi'nin alacağı bir kınama kararı Ankara'nın pek de değerli olmayan yalnızlığını ortaya çıkarır. Şimdilik NATO olaya anlayışla yaklaşmış, Rusya net tavır almamış, AB ve Arap dünyası ise karşı çıkmış durumda.

Asıl kıyamet ABD'de kopuyor ve ABD'de yaşanacaklar bu ülkede yaşayan herkesin hayatını etkileyecek. Ankara'nın tüm yumurtalarını Trump'ın sepetine koymasının yanlışlığı son günlerde yaşananlarla bir kez daha açığa çıktı. Gerçi Başkan'a yapılan yatırım sayesinde harekât için yeşil ışık alındı. Ne var ki bugüne dek gündemde olmayan, IŞİD canilerinin kontrolü meselesi ortaya çıktı. Trump Türkiye'nin hem bunlarla mücadeleyi hem de hapishanedekilerin sorumluluğunu üstlenmesini talep ediyor. Bunun çok ağır bir yük olduğunu ve üstesinden kolay gelinemeyeceğini kabul etmek gerekir.

ABD ile yaşananlarda şaşırtıcı olan bir boyut da en düşmanca yaklaşımı benimseyen Senatörün çok yakın zamana kadar Türkiye'yi en fazla kollamaya çalışan şahsiyet oluşudur. Çok ağır yaptırımlar içeren bir kanun teklifini Demokrat bir Senatörle birlikte hazırlayan ve bunu Senato'ya sunan Graham daha çok kısa süre önce Türkiye'nin yeniden F-35 programına dönmesinin yollarını arıyordu. Ondan önce S-400 meselesinden dolayı ilişkilerin kopmaması için çok uğraşmıştı. Onu bu harekât sonrasında sadık destekçisi olduğu Trump'la bile ters düşüren, Ankara'ya ceza kesmek için yerinde duramaz hale getiren unsur nedir acaba? Yalnızca Kürt sevgisi veya kendi adlarına kan akıtmış bir müttefike duyulan minnet duygusu bu davranışları açıklamaya herhalde yetmez. Bu arada lobi şirketlerine milyonlarca doları gömen Türkiye'nin kendi hikayesini kabul ettirmekteki başarısızlığı da her krizde daha açıkça ortaya çıkıyor. Bu durumda hikayenin kendisinin sorgulanması gündeme geliyor. Bunun da ötesinde ülke adına konuşanların inandırıcılık sorunları belli ki böylesi bir harekâtın kamu diplomasisi boyutunu hayli eksik bırakıyor.

ABD ile PYD/YPG arasındaki ilişkinin Türkiye'yi çok rahatsız ettiği aşikar. İlginç olan ana örgüt PKK'ya karşı Irak'ta yapılan Pençe operasyonlarına hemen hiç kimseden ses çıkmıyor. O halde Suriye'deki PKK'ya yani PYD'ye gösterilen teveccühün sebebi nedir diye de sormak lazım. Buna cevap vermeden önce iki konuya da değinmekte yarar var. Birincisi, Suriye'de olaylar başladıktan sonra izlenen dış politika ile ilgili. Türkiye Arap baharı ardından bir Müslüman Kardeşler enternasyonalinin liderliğine soyunmasa, bu nedenle aslında beceremeyeceği bir mezhepçilik siyasetine kendini kaptırmasa, tercih ettiği siyasetin Suriye'deki başarısızlıkları ayyuka çıktığında vazgeçeceğine, el yükseltmese, CHP bildirgesinde vurgulandığı gibi cihatçı örgütlerle ilişki kurmasa, bunlara sınırlarını açmasa bu denli yalnız olur muydu? Rus uçağını düşürmese, bugün Rusya karşısında bu denli bağımlı olur muydu? Müslüman Kardeşlerin liderliğine bu denli önem vermese Katar dışındaki Arap dünyasıyla ilişkileri bu denli soğuk, hatta hasmane olur muydu?

İkinci konu ise Kobane. Eğer IŞİD, Kobane'yi kuşattığında Türkiye müdahale ederek şehri ve içinde savaşanları kurtarsaydı ABD'nin PYD ile işbirliği yapması söz konusu olur muydu? IŞİD'in kadınları köle yaptığı toplu tecavüze maruz bıraktığı, Türk askerleri de dahil olmak üzere diri diri insan yakıp, videoda boğaz kestiği bir dönemde YPG'nin özellikle kadın savaşçılarının IŞİD ile savaşmalarının dünyada yarattığı olumlu imajın gücünü doğru kavrasaydı belki farklı bir yol izlerdi. Hiç unutmamak gerekir, PYD Başkanı Salih Müslim 2015 Haziran'ına kadar en üst düzeydeki Türk yetkililerle sık sık yaptığı ziyaretlerinde buluşuyordu.

Bu harekât başarıyla sonuçlanıp en azından Arap çoğunluklu bir güvenlikli bölge oluşturulsa bile eğer ABD gerçekten tümüyle Suriye'den çıkıyorsa Türkiye'nin üzerinde İran, Rusya ve Şam baskısı da başlayacaktır. Bu ülkeler ve rejim davet edilmemiş ülkelerin silahlı güçlerinin Suriye topraklarından çıkmasını talep edecektir. Dış politikada yolun bittiği o zaman daha iyi anlaşılacaktır. Böyle bir durumda ya da Amerikan yaptırımları geldiği taktirde Türkiye içine kapanıp nefes alınacak alanı mı daraltacaktır yoksa yanlıştan dönmek için bir toplumsal seferberliğe mi kalkışacaktır? Sanırım önümüzdeki dönemin kader kararı bununla ilgildir.

Burak Bilgehan Özpek'in yazdığı gibi, "seneler içinde kar topu gibi yuvarlana yuvarlana büyüyen krize bir son vermek için, askeri bir operasyondan çok aklı selim içinde bütün siyasi ve toplumsal aktörlerin katılımıyla açık ve teknik bir kamusal tartışmaya geri dönmek, karar verme süreçlerini şeffaflaştırmak zorundayız."

YORUMLAR

  • 0 Yorum