Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yapılan son cumhurbaşkanlığı seçimi, yalnızca bir lider değişimini değil, aynı zamanda adanın geleceğine dair yön tayinini de beraberinde getirdi. Sandıktan Cumhuriyetçi Türk Partisi lideri Tufan Erhürman’ın galip çıkması, siyasetin iç dengelerini olduğu kadar, Ankara–Lefkoşa hattındaki ilişki dinamiklerini de yeniden tanımladı.
Seçim sonucunu , yüzeysel biçimde “iki devlet siyasetinden uzaklaşma” veya “federal çözüm isteği” olarak yorumlamak büyük bir yanılgı olacaktır. Çünkü eldeki veriler çok net biçimde gösteriyor ki, Kıbrıs Türk halkının yüzde 75’i hala 5.Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın savunduğu, BM kayıtlarına geçirdiği iki devletli çözümü destekliyor.
Dolayısıyla seçim sonucu, halkın iki devletli çözümden vazgeçtiğini değil, yönetim anlayışında değişim talep ettiğini ortaya koymaktadır. Tatar’ın seçim kaybı da bu bağlamda okunmalıdır. Halk, Tatar’ın temsil ettiği siyasete değil, bu siyasetin icrasındaki zaaflara tepki göstermiştir. Tatar, Türkiye’nin güçlü desteğini arkasında hissetmesine rağmen, ülkedeki ekonomik sıkıntılar, yolsuzluk iddiaları, hükümetin istikrarsız yapısı ve yönetim zafiyetleri yüzünden halk nezdinde ciddi bir güven erozyonuna uğradı.
Halk, bu tabloyu “iktidar değişimiyle uyarı verme” fırsatı olarak gördü. Yani bu seçim, bir anlamda iki devlet siyasetinin değil, mevcut koalisyon hükümetinin yönetim biçiminin sorgulandığı bir referandum niteliği kazandı. Halk, federasyoncular ve iki devletçiler arasında bir seçim, bir referandum yapmayı reddetti. Erhürman’ın seçilmesini sağlayan dinamikleri de iyi okumak gerekir.
Cumhurbaşkanı Erhürman, kampanyasında “federal çözüm” söylemini yumuşatarak, çoğu zaman ise federasyonu ağzına almayarak, “iki toplumlu, iki kesimli, siyasi eşitliğe dayalı bir ortaklık” vizyonu üzerinde durdu. Bu tutum, bir yandan uluslararası camianın beklentilerine seslenirken, diğer yandan Kıbrıs Türk halkının ‘egemenlik’ duyarlılığını da gözeten dengeli bir söylem olarak kabul gördü. Bu esneklik, onu merkez seçmenle buluşturdu. Üstelik Erhürman’ın genç, teknokratik ve yolsuzluk karşıtı imajı, ekonomik sıkıntılardan bunalan halkta bir “yenilenme umudu” doğurdu. Ancak seçim sonrası tablo, Kıbrıs sorununun yönünü otomatik olarak federal çözüme çevirmiyor.. Çünkü Anavatan Türkiye bu konuda stratejik bir kırmızı çizgi belirlemiş durumdadır. Türkiye’nin tezleri açık ve nettir: Egemen eşitlik, iki devletli çözüm ve garantörlükten taviz yoktur.
Diğer taraftan Erhürman’ın cumhurbaşkanı seçilmesi, Türkiye’nin diplomatik manevra alanını genişletme imkanı yaratmıştır. Ankara, AB ve ABD ile ilişkilerini yeniden tanımladığı bu dönemde, Kıbrıs’ta “diyaloga açık ama ilkelerinden tavizsiz” bir profil çizerek Batı ile gerilimi azaltmak isteyebilir. Bu da Erhürman’ın masaya oturmasını teşvik ederek, müzakere sürecini zaman içinde kendi lehine çevirmek anlamına gelir. Bazı yorumcuların iddia ettiği gibi Türkiye, Tatar’ı destekler görünürken aslında Erhürman’ın seçilmesini kolaylaştırmış da olabilir. Bununla ilgili önemli kanıtlar vardır.
Seçim propagandasının son bir ayında Cumhurbaşkanı Tatar’ı çok yakından izlerken, seçim kampanyasını yürüten Türkiye’den gelen ekibin beklenen ve istenen performansı göstermediklerine, maalesef bilerek ve isteyerek!! hatalı stratejilerle kampanya yürüttüklerine şahit oldum. Seçim kampanyasını yürütenlerin gerçek kapasitelerini araştıranlar ‘bu işte bir iş’ olduğunu anlamakta güçlük çekmeyeceklerdir. Bu anormallik, Türkiye’nin, uluslararası arenada esneklik görüntüsü vermek ve “çözüm isteyen taraf” algısını yeniden tesis etmek üzere bir strateji güttüğünü açıklar.
Ankara, bölgesel gelişmeler -özellikle Doğu Akdeniz enerji diplomasisi, AB’nin SAFE savunma projesi ve ABD ile normalleşme süreci- ışığında, Kıbrıs dosyasını bir koz olarak değerlendirmektedir. Türkiye Erhürman’ın varlığını, bu dosyanın diplomatik değerini artırmak ,artık masaya sadece askerî gücüyle değil, diyalog kanalları açık bir Kıbrıs Türk lideriyle oturmak üzere kullanmak istemiştir. Üzülerek belirtmek durumundayım; benim birçok kez dikkat çektiğim, Anavatan Türkiye’nin milli dava olan Kıbrıs konusunu başka hedeflere ulaşmak için pazarlık konusu yapmaması gerektiği prensibi bir kez daha çiğnenmiştir.
Erhürman’ın göreve gelmesi, Türkiye açısından bazı riskleri de beraberinde getirmektedir. Erhürman’ın, “egemen eşitlik” yerine “siyasi eşitlik” kavramını öne çıkardığı çok nettir.. Bu fark, Türkiye’nin iki devlet stratejisiyle temelde çelişmektedir. Egemen eşitlik, iki bağımsız devletin tanınması anlamına gelirken, siyasi eşitliğin ortak bir federatif yapının eşit paydaşlığını ifade ettiği unutulmamalıdır. Türkiye’nin stratejik vizyonu, artık geri dönüşsüz biçimde iki devlet modeline oturmuşken, Erhürman’ın söylemi bu çizginin sınırında duruyor. Bu nedenle, Ankara Erhürman’la ilişkisinde temkini elden bırakmamalı ve yönlendirici bir tutum izlemelidir. Ne var ki, yakın gelecekte, “Türkiye ile istişare etmeden adım atmam” diyen Erhürman’ın kontrol dışı bir siyaset izlemesi de olası değildir.. Ankara’nın Erhürman yönetimiyle ilişkilerinde zaman zaman görüş ayrılıkları olsa da, KKTC’nin gelişmesi, güvenliği, Türkiye’nin garantörlüğü ve Türk varlığının kalıcılığı esas eksen olarak korunacak ve asla değişmeyecektir.


YORUMLAR