Mustafa ÖZBEY

Mustafa ÖZBEY

[email protected]

Beyoğlu'nun en belalı kadın

29 Kasım 2020 - 12:06

Sotiria Maliotaki.
Sarhoş sarhoş, skating palasa gider, buz üstünde dans edip ağlarmış. Kimseyle konuşmaz, o sarhoş haline rağmen müthiş bir şekilde kayarmış.
Tarih kitapları insanlarla dertleşmezler, üstünkörü geçip giderler hikâyelerinin içinden. Devrin gazetelerinde ona dair haberleri çok okumuşumdur.
“Sotiria Maliotaki isminde sarhoş kadın, İngiliz sefareti önünde 5 bin Amerikan Doları yaktı.”
Neden?
Sefaretteki bir herif ona bir gecelik ilişki teklif etmiş,100 dolar atmış önüne. Sotiria da herifi kovalamış. Elçiliğe kaçan kayartonun peşinden gitmiş Sotiria. Cebinden çıkarttığı paraları yakmış. Küfrü basmış. İsmi bilinmeyen bir paşanın korumasında olduğu sanılan Sotiria’ya elçilikteki hiçbir asker müdahale edememiş.
Divanesi çok. Fransız General de yangın, saraydaki paşa da. Fıstıkçı bir herif var Aznavur’da, sadece onunla sohbet ediyor. Bir tek ona gülüyor. Fıstıkçı da 70 yaşında bir ihtiyar. Hatay’lı bir Rum.
Bir defasında Cadde-i Kebir’de dört herifi dövmüş Sotiria, tam eşkıya canım. Hak da hukuk da adalet de bizzat kendisi. Meydan dayağı atmış. Koşup fıstıkçı amcaya sığınmışlar. Dört adamı, topukları kıçlarına vura vura Sotiria’dan kaçarken gören civardakiler de epey bir gülüp eğlenmişler.
Bir kadın nasıl delirir? Nasıl bu hale gelir diye düşünmeli mi? Aman canım, böyle sayısız herif yok mu? Bir de Sotiria olsun, ne çıkar?
Erkek ne kadar namussuz olursa olsun bunda ürkütücü bir şey yoktur. Elbette yoktur. Değil mi ki erkek adam, hakkıdır.
Fakat kadının yüksek sesle konuşması, bağırıp çağırması, hele hele elin adamlarına meydan dayağı çekmesi ne demek? Olacak şey mi?
Sotiria oldurmuş işte. Alışmışlar!
Nisuaz’da sabahları kahve içiyor Sotiria, akşamları Lebon’da görülüyor. Hafta sonları ya Belvü’de ya da Bomonti Bahçesi’nde.
Bir dönem meşhur Piyer Loti ile de arkadaşlık etmiş ama neden bilmem, bir vakit sonra dehlemiş herifi.
Lepiska saçlı Sotiria, herkesin canına okumuş. İstanbul işgal edildiğinde, her halta karışan düşman kuvvetleri bir tek Sotiria’ya karışamamışlar.
Öylesine kendinden emin bir tip ki karşı tarafta “Ulan bunun sırtını dayadığı biri vardır bulaşmayalım” duygusunu çok net yaratıyor.
Tavşandan hızlı koşan kaplumbağa gibi Sotiria...
İnsanlar nedense insanları
(hele ki kadın insanları) sadece delirdiklerinde ciddiye alıyor ve gerçekten tuhaf da olsa bir tür saygı duyuyorlar.
Odeon’da oyunlara çıkar, keyfi geldiğinde Galata’daki meyhanelerde şarkı söylermiş.
Çok aşığı varmış ama o kimseye yüz vermezmiş. Haberlerde ondan hep “Bir kadın” diye bahsediyorlar. Fakat haberi okuyunca bahsi geçen kişinin Sotiria olduğunu hemencecik anlayıveriyorsun.
Zaten kadının adını kim kaybetmiş ki sen bulasın. Duygu da öyle demiyor muydu? “Adı yok” diye bahsetmiyor muydu?
Öyle işte...
Abanoz’daki genel evlere yemek götürüyor Sotiria. Kimsenin gıkı çıkmıyor. Fahişeleri koruyup kolluyor, kimsenin gıkı çıkmıyor.
Bir tür eşkıya ama kimse de bunu diyemiyor. Eşkıyanın da iyisi kötüsü vardır demişti Yaşar Kemal, Sotiria da biraz o cinsten işte.
Kötü değil, sadece öfkeli!
Üstüne yeterince gidilmemiş insanlar hep sakindirler zaten. Azıcık damarına basılmamış, gururuyla oynanmamış, izzeti nefsine bir defacık bile saldırılmamış olanlar hep akılları başlarında kimselerdirler zaten.
Sotiria’nın aklı başında değildi. Esasında hiç kimsenin değildi. Fakat çoğu insan bunu şeref meselesi yapar, aklı başında biri gibi davranmakla övünür. Oysa elinde sadece gibisi vardır olmak istediği kişinin.
Sotiria ise düpedüz çılgın. 1900’lerin başlarında çıldırmayacaksın da ne yapacaksın zaten. Kadınsın, mis gibi delir işte. Devran senin...
Dünya her dara düştüğünde, memleket her sıkıntıya girdiğinde, bütün bunların müsebbibi olarak; delileri, sarhoşları, fahişeleri görmezler mi? İlk akıl onlara verilmez, ilk nutuk onlara çekilmez mi?
Sanırsın koca cihanı asırlardır;
orospular, evsizler ve sarhoşlar yönetiyor. Haksızlık!
Sotiria’nın, kime yazdığını bilmediğim bir mektup var bende. Sonuna da Fransızca bir şiir iliştirmiş:
“J’ai rêvé tellement fort de toi,
J’ai tellement marché, tellement parlé,
Tellement aimé ton ombre,
Qu’il ne me reste plus rien de toi...”
Bir aşığına mı yazmış sahiden?
Şiir yaklaşık olarak şöyle:
“Seni öylesine düşledim ki
Gölgenle öylesine yürüdüm öylesine
Konuştum,öylesine sevdim ki gölgeni
Senden bana başka ne kaldı ki..”
diye devam ediyor işte.
En öfkeli ruhların içinde, başka bir hasretle dolanır dururmuş yalnızlık.
Sotiria, işte o yalnızlık. Mektup 3 sayfa. Biri eksik. Net bir şey söylemek zor ama bir ihanete benziyor bu. Ya da zamansız bir ölüm, bir yitiriş...
Çok sevdiği biri aniden ölünce, kişi ihanete uğramış, bir büyük haksızlığa maruz kalmış gibi hisseder hep.
Bu satırlarda da o ağrı var. Yoksa insan niye delirsin! İnsanları fazla yargıladığımız için, onları sevmeye zaman bulamıyoruz. Bulsak da zamanın bir sevgi için ne kadar mühim ve bazen de ne kadar önemsiz olduğunu çok geç kavrıyoruz.
Beyoğlu’nda ağlayan, sarhoş bir kadın görürseniz üstüne gitmeyin olur mu? Benden söylemesi: eli ağırdır..
Görüntünün olası içeriği: 1 kişi
 

YORUMLAR

  • 0 Yorum