Yeni normal'de nezaket...Görgü kurallarına salgın güncellemesi

Sosyal mesafe ve maske kurallarına uymak yetmiyor. İçinde bulunduğumuz yeni dönem, yeni görgü kuralları talep ediyor bizden. İkili iletişimde, sofrada, sokakta, iş yaşamında, kısacası hayatın her alanında bambaşka bir nezakete ihtiyacımız var. Bazı yeni kurallar, ‘normalleşme’nin ardından kendiliğinden hayatımıza yerleşti. Yeni normalde yaşadıkça bunlara niceleri de eklenecek...

Yeni normal'de nezaket...Görgü kurallarına salgın güncellemesi
28 Haziran 2020 - 11:30 - Güncelleme: 29 Haziran 2020 - 10:47
KATKIDA BULUNANLAR

◊ Doç. Dr. Artun Avcı - Marmara Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema bölümü

◊ Çağdaş Ertuna - Milliyet kent yazarı

◊ Ebru Erke - Hürriyet gastronomi yazarı

◊ Elçin Yahşi - Hürriyet televizyon yazarı

◊ Prof. Dr. Ertan Eğribel - İstanbul Üniversitesi Sosyoloji bölümü

◊ Güneri Cıvaoğlu - Milliyet yazarı

◊ Reyhan Algül - Uzman klinik psikolog

◊ Dr. Uğur Oral - Yaşar Üniversitesi’nde ‘görgü kuralları ve protokol’ dersi veriyor

◊ Umut Eroğlu - Hürriyet teknoloji yazarı





TOKALAŞMAMAK DAHA KİBAR

◊ Yeni görgü kuralı, el sıkışmak yerine, sağlığa gösterilen saygıdan ötürü el sıkmamak, öpüşmemek... Başın hafifçe eğilmesi, elin kalbe götürülmesi gibi jestler kullanılabilir. (Uğur Oral)

◊ Aile terapisinin en önemli isimlerinden Virginia Satir diyor ki: “Varlığımızı idame ettirmek için günde dört kez, duygusal sağlığımız için sekiz kez ve gelişimimiz için 12 kez sarılmaya ihtiyacımız var.” Bu rakamlar iddialı görünse de insanın psikolojik olarak ayakta kalabilmesi için sarılmanın bir ihtiyaç olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Bizim kültürel kodlarımızda sarılma, tokalaşma, ten teması, yanaktan öpme, sevgiyi fiziksel olarak iletme gibi sözel olmayan iletişim yolları son derece önemli.

Tanıdıklarımızı şapur şupur öpmek onlara sarılmak gibi samimiyet göstergesi davranışlarda bulunurken başkasını korumamız gerektiği gerçeğini unutuyor olabiliriz.

Bunları birbirimizin sağlığına zarar vermeden nasıl yapabiliriz, buna odaklanmamız önemli. Tokalaşmayı düşünelim... Birçok alternatif gelişti; dirsek teması, ayak selamlaşması... Bunlar tokalaşmanın yerini uzun bir süre tutmayacak tabii. Normlar ve kodlar bir anda değişiyor. (Reyhan Algül)

◊ Ben sosyal mesafeyi virüsten önce de koruyordum. O nedenle öpüşmemek, tokalaşmamak, uzaktan selamlaşmak benim hoşuma gidiyor. Kurallara uyduğumuz zaman insanlar bozuluyor. Bence dirsek selamı ya da yumruk selamlaşması yeni görgü kurallarına daha uygun. Elini uzatan birini reddetmek de çok zor. Kibar olmaya çalışsanız da olmuyor... Ben ‘65 yaş üstü kartı’nı kullanıyorum, “Çok dikkat ediyorum çünkü evde aile büyükleri var” diyorum. (Çağdaş Ertuna)



21.06.2020’de Hürriyet Pazar’da yayımlanan ankete katılan 13 sağlık çalışanı da ailesi dışında kimseye sarılmadığını, kimseyle tokalaşmadığını söyledi.



KONUŞMAYAN MİKROFONUNU KAPATMALI

◊ Zoom toplantılarında sunum yapmayan ya da toplantıyı yönetmeyen kişinin mikrofonu açık kalınca arka plan sesleri olduğu gibi içeri doluyor. Hele ki camların açık olduğu yaz aylarında... Konuşmayan kişilerin mikrofonunu kapatması yeni görgü kurallarından... Yine bu dönemde bilgi içerikli ses kayıtları sıkça dolaşıma giriyor. Ses kaydını çok uzun tutmak dinlenme oranını azaltıyor. 10 dakika yerine üçer dakikalık kayıtlar daha makbul. Birkaç kelimeyle kaydın içeriği önceden açıklanırsa büyük incelik... (Umut Eroğlu)



İZİNSİZ GÖRÜNTÜLÜ ARANMAZ

‘Yeni normal’de nezaket...Görgü kurallarına salgın güncellemesi

 





◊ Mevlana’nın bir sözü vardır: “Aynı dili konuşanlar değil aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.” Görüntülü ya da görüntüsüz her türlü iletişim kurma isteğimizde karşımızdakinin izin ve rızasını almalıyız. Karşımızdakinin yalnız kalma ya da kendisiyle baş başa kalma isteğine saygı duymamız onun kişiliğine saygı duymamızdır. (Artun Avcı)

◊ Görüntülü arama yapmadan önce haber vermek, müsaitlik sormak nezakettir. Ayrıca görüntülü arama esnasında düzgün ışık alan bir yerde olmak, arka plandaki TV gibi dikkat dağıtıcı öğelerden sakınmak duyarlılık göstergesi. (Umut Eroğlu)

◊ Çok yakın kişisel ilişkiler haricinde aranacak kişiye bilgi verilmesi veya izin istenmesi daha doğru. Görüntülü arama hususunda ısrarcı olmak da görgü kurallarına aykırıdır. (Uğur Oral)

◊ Görüntülü aramalar

kesinlikle önceden haber verilmeli. Görüşmeye katılacak olanın

nasıl bir görüntü vereceğini

önceden kontrol etmesi de şart. Beş ve daha üzeri kişinin

katıldığı aramalarda kesinlikle konuya ve katılanlara hâkim bir moderatör bulunmalı. Toplantıyı isteyen kişi doğal moderatör olacak diye bir şey yok. Fazla sayıda kişinin katıldığı toplantılarda ekranı karartıp sadece sesi dinleyerek kendi işine bakmak da ayıp sayılmalı. (Elçin Yahşi)

26.04.2020’de Hürriyet Pazar’da yayımlanan araştırmaya göre  görüntülü konuşmaylayetinemeyenlerin oranı % 72.



SÖZLÜ İLETİŞİM ŞART

◊ Mimiklerimizin görünürlüğünü kaybettiğimiz için daha çok sözlü iletişime, doğru tonlamaya ve beden dilini doğru kullanmaya ihtiyacımız olacak. (Uğur Oral)

◊ İletişim bedenle başlar, devam eder ve yine bedenle sonlanır. Karşılıklı iletişim süreci içerisinde anlam bir zihinden ötekine iletilen elektrik akımı gibi değildir, zihinlerin ve bedenlerin bir araya gelmesiyle oluşan manyetik bir alandır. İletişimde belirleyici olan beden dilimiz, jest ve mimiklerimizdir. Salgınla birlikte mimiklerimiz gözlerimizden ibaret! Daha önce yüz yüze iletişimin hayatı kolaylaştıran bir tekdüzeliği vardı. Maskemizin ardından kuracağımız iletişim daha fazla konuşmamızı gerektirecek. Sözlü iletişimin ağırlığı artacak. (Artun Avcı)

◊ Sokakta bir yakınımızla karşılaştığımızda gülümsüyorduk. Şimdi yüzümüzü maskeler kapatıyor. Sözel olmayan iletişim kaynaklarımız kısıtlandı. Uzun vadede şunu görebiliriz: İnsanlar aynı binada yaşasa bile birbirlerine selam vermiyordu, gülümsemiyordu. Şimdi salgının arkasına sığınarak ilişkileri azaltacak mıyız yoksa yine de bir yolunu bulup (başkalarını ve kendimizi de koruyarak) ilişkilerimizi sürdürmeye çabalayacak mıyız? İnsanlık olarak bir karar vereceğiz. (Reyhan Algül)



CEKET VERMEK TARİHE KARIŞABİLİR

◊ Erkeklerin üşüyen bir hanımefendiye ceketini vermesi şimdilik tarihe karışabilir. Çünkü kadınlar sağlık endişesiyle bu jestten rahatsız olabilir. En iyisi sormak ve izin istemek... (Uğur Oral)

◊ Bir davette size eşlik eden hanımefendi üşüdüğü zaman ceketinizi vermenize zaten gerek yok. Son yıllarda hemen her mekânda şallar var. Günlük olarak temizleniyorlar. Hanımefendi için bir şal istemek daha doğru.

(Güneri Cıvaoğlu)

◊ Çok yakınım olan birinin ceketini üşüdüğüm zaman sırtıma koyabilirim. Ancak her yerde şal var.

O şalları ben kesinlikle kullanmıyorum. Kendi şalımı yanımda götürüyorum ben.

(Çağdaş Ertuna)



İKRAMIN SUNUMU DAHA ÖNEMLİ

İkramlar devam edebilir ama bunların seçimine ve sunumuna dikkat etmeliyiz. Açık ikramları geride bırakıyoruz. Örneğin tek bir kutudaki açık çikolatalar... Tek tek ambalajlanmış ürünleri seçmemiz daha doğru. Geri dönüştürülebilen bardaklar artık ayıp değil. Gazlı içecek, su gibi ikramlarda şişenin misafire açılmadan ikram edilmesi doğru olur. En önemlisi ısrarcı olmamak...



TEDBİRLERE KIRILMAYIN

◊ Bu dönemin en önemli özelliği donma, endişe, şaşkınlık, hızla adapte olma, yok sayma gibi kişisel cevaplarımızdaki farklılıkların belirginleşmesi. Şu an çoğumuz bocalıyoruz, birini gördüğümüzde elimizi uzatacak mıyız yoksa uzatmayacak mıyız bilemiyoruz. ‘Ayıp mı olur?’ düşüncesi aklımızdan sıklıkla geçiyor. Eğer herkesin hızla yeni duruma adapte olduğu ortamlardaysak bizim tereddütlü davranmamız eleştiri konusu olabilir. Bu dönemde empatiye çok ihtiyacımız var. (Reyhan Algül)

◊ Kibarlık yapmak istiyorsanız içeride bir başkası varsa o asansöre binmemelisiniz. Eğer sağlığınız yerindeyse alınmadan merdivenleri kullanmalısınız.

(Çağdaş Ertuna)

◊ Asansörde bize sırtını dönenlere rastlayacağız. Bundan alınmamak bir kural olacak. ‘Bana hastalıklı muamelesi yapıyor’ diye düşünmeyeceğiz. Çok küçük asansörlere, eğer içeride bir kişi varsa, binmekte ısrarcı olmamak da hayatımıza girecek yeni bir görgü kuralı. (Uğur Oral)
‘Yeni normal’de nezaket...Görgü kurallarına salgın güncellemesi
 







REDDETMEK AYIP DEĞİL

◊ Terk etmemiz gereken davranışların başında, karşımızdaki kişiye el uzatmak geliyor. Dalgınlıkla uzattığınız el havada kalırsa bu duruma alınmayın. Karşı tarafı mahcup etmeyecek bir içtenlik ve tonlama kullanabilirsiniz. (Uğur Oral)

◊ Kalabalığından çekindiğim bir davete gitmek istemediğim zaman “Doktorum izin vermiyor” demeyi tercih ederim.

(Güneri Cıvaoğlu)

◊ Açık havada olmayan hiçbir davete gitmiyorum. İnsan kendi tedbirini almalı. İstemediğiniz bir davete katılmamak da ayıp olmuyor artık.

(Çağdaş Ertuna)



SOFRA ADABI SİL BAŞTAN

‘Yeni normal’de nezaket...Görgü kurallarına salgın güncellemesi

 





◊ Paradan sonra en çok mikrop barındıran şey cep telefonu... Telefonlar yemek masasına asla konmamalı. Birbirimize servis yapmak, tek bir servis kaşığı kullanmak gibi kurallar da değişecek. Maskesiz olduğumuz için bağırmadan konuşmak, büyük kahkahalar atmamak da önemli. (Uğur Oral)

◊ Plastik çatal-bıçak artık ayıp değil. Ama bilinçli işletmeler doğayı da düşünüyor; geri dönüşümü mümkün olanları seçiyor. Bazı mekânlar müşteri oturur oturmaz soruyor: “Tek kullanımlık çatal-bıçak mı istersiniz, yoksa dezenfekte edilmiş olanlardan mı?”

Brasserie, kafe gibi yerlerde, yani günde birkaç kere müşteri ağırlayan mekânlarda kullan-at peçeteler revaçta. Fine-dining restoranlardaysa kumaş peçeteler tercih ediliyor.

Ortaya yemek sipariş vermek yok! Tuzluk ve biberlik kullanmak istemiyoruz. Yeni görgü kurallarına uygun olanlar tek kullanımlıklar.

Porsiyonlar küçülüyor. Her tabak kişiye özel. Açık büfe de yok! Olanlarda servisi şefler yapıyor.

Çatal, bıçak, kaşık kullanımında mekânın tercihine göre ilerleyeceğiz. Bazı yerlerde, bu araçların dezenfekte edilebilmesi için UV ışınlı makineler var. Çok pratik. İşletmelerin çoğu bu kurallara bir anda geçti ve hep bu şekilde çalışıyorlarmış gibi işlerinde iyiler. (Ebru Erke)





İKİ KARŞIT GÖRÜŞ

Ben biraz karamsarım,yaşadığımız bu durum: ‘Kaotik normal’

Salgından sonra ortaya çıkan düzenlemeler daha sonra ortadan kalkacak kurallar değil. Bir anlamda kalıcı olacaklar. Bu durum, bundan sonraki yeni krizlerin de habercisi. Yeni normalden değil, ‘kaotik normal’den bahsediyorum. “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyorlar. Bu ne demek? Ne geleneksel değerler savunulabilecek ne de modern değerler... Güvensiz, belirsiz yaşam koşulları bizi bekliyor. Bu nedenle gündelik yaşam değerleri belirsizleşiyor. Gerçek bile belirsizleşti.

Yeni dönem anti-toplumsal bir dönem; kuralsız, ilkesiz, otoritesiz... Aile, dostluk ilişkilerinde de sokakta da çalışma hayatında da eski kuralları sürdürmek mümkün olmuyor.

Çizdiğim tablo karanlık, kötümser. Hem dünya hem insanlık açısından. Fakat maalesef sorunu saptamadan çözüm de mümkün değil. Bu durumun eleştirisi zaten yeni düzenin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Toplum deneyimleyecek, bilincine varacak ve yeni kurallar benimsenecek. Bu uzun bir süreç. Ve tabii ki yeni kurallar kendini mutlaklaştırmak isterken yeni sorunlar da ortaya çıkacak. Salgının yarattığı yeni düzene bir karşı çıkış var. Ancak bu bir örgütlenmeye ulaşmadı. Daha çok argoyla ya da ironi, mizahla karşı çıkmaya çalışanlar var.

Jest ve mimikler, kişiler arası iletişimin hangi noktaya gelecek? Bana kalırsa bu durum da ‘argo’ bir hale dönüşecek. Toplumun daha küçük gruplarla temsil edileceğini düşünüyorum. Marj dışı siyah örgütlenmelerini örnek olarak gösterebilirim. Hareketler üzerinden kendilerini ifade etmeye dayalı birtakım iletişim şekilleri var. Kendi içlerinde bir başka dil oluşturuyor bu durum. Yumruk selamları, el hareketleri gibi... (Ertan Eğribel)



Kendimizle

yüzleşirsek bu krizler

bir ‘ışık getiren’ olabilir

Eğer COVID-19 krizini bir kıyamet krizi olarak nitelendireceksek, kıyametin kutsal kitaplarda daima ikili anlamıyla anlatıldığını söylememiz gerekir. Kutsal metinlerde kıyamet; hem dünyanın, yaşamın sonu hem de yeniden kurulacak olan iyilik, eşitlik ve mutluluk düzeninin yani ‘yeryüzü cenneti’nin yeniden kuruluşu olarak anlatılıyor.

COVID-19 bir musibet, şer midir? Bilmiyorum! Ancak ‘musibetlerin sonunda hayır vardır’ anlayışının yaşadığımız coğrafyada yaygın olduğunu biliyorum.

Koronavirüs, bir açıdan Şeytan’ın cennetten kovulmadan önceki adı olan ‘Lucifer’ı çağrıştırıyor sanki. Lucifer’ın Latince ‘ışık getiren’ anlamına geldiğini biliyoruz. Lucifer, bir yönüyle musibettir, şerdir, fitnedir ama bir başka yönüyle de ışığın habercisidir, ışık getirendir. Lucifer, ilkçağ mitolojisinde sabah yıldızıdır, Venüs’tür. Eğer ödediğimiz büyük bedellere rağmen kendimizle ve hakikatle korkusuzca yüzleşmemizi sağlarsa bu virüsün bir ışık getiren olduğuna inanabiliriz. Hegel boşuna “İnsan bilinci, dipsiz uçurumların önünde uyanır” dememiştir, değil mi? (Artun Avcı)

HURRİYET

YORUMLAR

  • 0 Yorum