Alkışlayanlar, "şehitler tepesinde" yer almaya hazır mı?

Bize ait olmayan topraklarda, bizimle ilişkisi olmayan örgütlerin var olma savaşında bizim çocuklarımız ölecek ve şehitler tepesi boş kalmayacak!

Alkışlayanlar, "şehitler tepesinde" yer almaya hazır mı?
25 Şubat 2020 - 08:50
"Suriye Ordusu'nun hızlı bir şekilde Cisru’ş Şuğur’a uzanmasını istemeyen Türkistan İslam Partisi’nin geçtiğimiz hafta sonu Zaviye Dağları’nda genel seferberlik ilan ettiği ileri sürüldü."

Suriye neresi, Doğu Türkistan neresi?

Aralarındaki mesafe kuş uçuşu 5 bin kilometre!

Ama okuduğunuz alıntıda bir hata yok.

Sözü edilen bölge BM tarafından tanınan ve sınırları garanti altına alınmış Suriye Arap Cumhuriyeti’nin İdlib vilayetinin güney kırsalı.

Ve Suriye topraklarında "genel seferberlik ilan eden" kuruluş, Hizbu’l İslami et Türkistani. Türkçesi, "Türkistan İslam Partisi" oluyor.

Bu örgüt, Doğu Türkistan (Sincan) bölgesinin, Çin Halk Cumhuriyeti’nden bağımsızlığını kazanması için mücadele etmek amacıyla kurulmuş.

Ama şimdi Suriye iç savaşındaki cihatçı gruplardan biri.

Suriye iç savaşını fırsat bilerek aileleri ile birlikte bölgeye gelen bu cihatçı militanlar, IŞİD ile benzer bir ideolojiye sahipler.

Değişik kaynaklara baktım, 8 bin kişilik silahlı bir örgüt olduklarından söz ediliyor. Aileleriyle birlikte düşünürseniz hayli kalabalıklar.

Aralarında Özbekistan ve Çeçenistan kökenli militanların bulunduğu da biliniyor.

Bu kadar militanın, nasıl olup da İdlib’de toplandığı da bir sır değil.

Bunlar savaşın hemen başı ile 2013 arasında Türkiye sınırından Suriye’ye geçtiler, en sonunda da İdlib’de toplandılar.

İdlib’de bir emirlik kurduklarını, bu emirliğin sınırlarının Cebel Türkmen, Cebel Ekrad ve Gab Ovası’na kadar uzandığını da kendileri açıklamış.

Şimdi de "emirlik bölgesinde" seferberlik ilan ediyorlar!

Fıkra gibi ama gülemiyoruz.

Gülemiyoruz, çünkü çocuklarımız bu ve benzeri örgütlerin İdlib’de varlıklarını sürdürebilmeleri için savaşa sürüldü.

Şehitler geliyor, AKP medyasında haber bile olamıyorlar.

Ve Cumhurbaşkanı, "Şehitler Tepesi'nin" boş kalmayacağından iftiharla söz ediyor.

Bize ait olmayan topraklarda, bizimle ilişkisi olmayan örgütlerin var olma savaşında bizim çocuklarımız ölecek ve şehitler tepesi boş kalmayacak!

Erdoğan, "şehitler tepesi boş kalmayacak" dediğinde, tezahüratlar eşliğinde alkışlayanlardan kaçı, çocuğunu, o tepedeki mezar taşlarından biriyle değiştirmeye hazır acaba?

Not: Yazının girişindeki alıntıyı Akdoğan Özkan’ın dün T24’te yayımlanan yazısından (İdlib’de Güvenli Bölge Pazarlığı) aktardım. Suriye’de ne olup bittiği ile ilgili en ayrıntılı bilgilere Akdoğan Özkan’ın yazılarından ulaşabilirsiniz.)

 

Soylu belli ki dedikoduyu çok seviyor



Bu hayatta en çok kıl kaptığım şey, yetkili makamlarda bulunanların dedikodu yapmalarıdır.

AKP içinde Damat Bakan Berat Albayrak ile liderlik yarışı içinde olduğu ileri sürülen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, havuz gazetesinde soruları yanıtlamış.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na şöyle soruyor: "17 – 25 Aralık’tan hemen önce FETÖ’yle ne görüştün?"

Soylu’yu uyarmış olayım, tehlikeli bir yerde duruyor: Recep Tayyip Erdoğan’ın 25 Aralık’tan hemen önce FETÖ şefine arabulucu yolladığını, barışıp, el sıkışmak istediğini unutmuş olmalı.

Ben Kılıçdaroğlu’nun yerinde olsam şöyle yanıtlardım: Patronunun, ses kayıtlarının yok edilmesi karşılığında FETÖ’ye ne teklif ettiğini öğrenmeye çalışıyordum!

Soylu, "defterler açıldığında" en çok Kemal Kılıçdaroğlu’nun zarar göreceğini söylüyor.

Merak ettim, bir suç ile ilgili elindeki defterler varsa, bunları açmak için neyi bekliyor?

Kendisi İçişleri Bakanı olarak bu işlerden sorumlu değil mi?

Bildiğini savcılara anlatmak ve elindeki kanıtları onlara vermek yerine, niye dedikodu yapıyor?

Belli ki Soylu’nun elinde böyle bir belge, bilgi vs. yok.

Her mahalle kahvesinde en az bir tanesi bulunan çok bilmiş palavracılar gibi sallıyor. Böylece Kılıçdaroğlu’nu korkutup, susturabileceğini düşünüyor olmalı.

En sıradan taşra politikacısının bile gülüp, geçeceği bir taktik bu.

Ve buradan Cumhuriyet Başsavcılığı’na bir suç duyurusunda bulunmak istiyorum:

Soylu, "bundan sonra darbe düşüncesi olan varsa 15 Temmuz’daki gibi merhamet beklemesin" diyor.

Savcılar bir sorsunlar derim, Soylu, hangi darbeciye merhamet göstermiş? Hangi darbeci bu merhamet sayesinde paçayı kurtarabilmiş?

* * *



 

Bizim açımızdan israf olan, onlar için üretim!



Türkiye İsrafı Önleme Vakfı diye bir kuruluş olduğunu mütevelli heyeti başkanı Prof. Dr. Aziz Akgül’ün gazetelerde yayımlanan demecinden öğrendim.

Vakıf hesap yapmış, "serpme kahvaltı" adı verilen kahvaltı etme biçimi nedeniyle her yıl 100 milyar lira çöpe gidiyormuş. Bu milli gelirin yüzde 15’inin israf edildiği anlamına geliyormuş.

Baktım, Aziz Bey, işletme profesörü. Bu işlerden aslında anlıyor olduğunu varsaymalıyız.

Ama belli ki o da "çöpe giden kahvaltılıklar" meselesini, annem gibi değerlendiriyor, çöpe giden reçellere, ekmeklere üzülüyor.

Milli gelir dediğimiz şey, bir ülkede, bir yıl içinde üretilen mal ve hizmetlerin cari fiyatlarla net parasal değeridir.

Bu nedenle de "milli gelirin yüzde 15’i çöpe gidiyor" diye üzülmek anlamsızdır.

Çünkü çöpe gidiyor olsa da o sofraya konulan reçel, bal, peynirler, zeytin, domates, biber, salatalık, maydanoz, zeytinyağı, tereyağı, çay, kahve, süt, meyve suyu, ekmek, simit, pişi vs. üretilmiştir ve milli gelir hesaplarının içindedir.

Böyle bir talep olmazsa üretilmezdi, o vakit milli gelir içinden, o malların payının da düşülmesi gerekirdi.

Kişisel bütçelerimiz için "israf" veya "gereksiz tüketim" olabilir ama unutmayalım ki o kahvaltılıkları üreten, paketleyen, ticaretini yapan, bir bölgeden diğerine taşıyan ve en sonunda lokantada masaya servis edenler açısından israf değil, gelir getirici, istihdam yaratıcı "üretim faaliyeti" vardır.

Yani rahat olun, milli gelirimizi çöpe atıyor filan değiliz.

Tabii yenilmeden, hatta çatalın ucuyla bile dokunulmadan çöpe atılanları, bu ürünlere ulaşma olanağı olmayan ihtiyaç sahiplerine ulaştıracak organizasyonlar kurmak çok iyi olabilir.

Nitekim böyle israf edilen gıdaları değerlendirmek mümkün olsa, çöpe giden gıdalar ile açlık sınırındaki 821 milyon kişiyi doğurmak mümkün olabilirmiş, vakıf başkanı öyle diyor.

Ama sorun, herkesin yiyebileceği kadar kahvaltılık satın almasıyla çözülebilecek bir sorun değil. Çünkü açlık sınırındaki insanların, satılmayan malları satın alma olanakları yok.

Sorun, sistem sorunu.

Kapitalizm bu sorunu çözmeyi bugüne kadar başaramadı. Ortadaki gerçek de bu.

Mehmet Y. Yılmaz



[email protected]

YORUMLAR

  • 0 Yorum