Covid'inki geçer ama palavranın pandemisi sürer

En sık gördüklerimizin söylediklerinin gerçekle bağdaşmadığı kavrandıktan sonra ne oluyor?

Covid'inki geçer ama palavranın pandemisi sürer
06 Mart 2021 - 11:56

 

Aslında palavra pandemisinin tarihi çok eskilerden başlar ama Covid, sayısız münasebetsizliğin yanında bunu da gündeme taşıdı.

Anketlerden biri, ABD halkının yüzde 28'inin Bill Gates'in Covid aşısı ile insanlara mikroçip yerleştireceğine inandıklarını yansıtmıştı. Bu ülkede Trump'ın nasihatına uyup maskesiz gezenler de az değildi.

İranlıların yüzde kaçının Ayetullah Ali Hamaney'in, "Amerikalıların, Covid virüsünü, genetik tekniklerle İranlıları mahvetmek için hazırlamış oldukları" iddiasına inandıklarını bilmiyoruz.

Covid konusunda internette okuduğumuz palavralar, tek yerden değil, değişik kaynaklardan geliyor. Bu kadar çok kaynağın güvenirliliğini araştırmak kolay değil. Ancak belli bir düzeyde bilgi sahibiysek iddia edilenin doğruluğunu irdeleyebiliyoruz.

Peki Hamaney gibi, Trump gibi tek kaynaktan gelen bilgilerin doğru olup olmadığını nasıl anlayalım?

İnsanlar, en çok gördüklerine güveniyorlar: Çocukların bir yaşa kadar annelerini ve babalarını her açıdan en önemli bilgi kaynağı kabul etmelerinin nedeni bu. Büyüdüğümüzde de en sık gördüğümüze en çok güveniriz.

2006 yılında kuş gribi yaygınlaştığında halk tavuk yememeğe başlayınca tavukçular batmamak için çare aramışlardı. Başbakan Erdoğan, Mecliste tavuk yerken görünmüştü ve Uğur Dündar'a bir reklam filmi hazırlatılmıştı. Bu filmde Dündar, tavuk eti tesislerini denetlediğini, bunları umduğundan daha hijyenik ve sağlıklı bulduğunu söylemişti. Bu girişimler yararlı olmuş, tavuk satışları artmıştı.

Neden? Çünkü hem Başbakan, hem de Uğur Dündar, o tarihte en çok güvenilen insanlardı.

Peki, en sık gördüklerimiz doğruları söylememeğe başlarlarsa?..

6 Eylül 1955 günü saat 13.00'te radyo, Selanik'te bir bomba patladığı haberini vermişti.Hükümet yanlısı İstanbul Ekspres gazetesi de tirajını kat kat arttırarak hazırladığı akşam baskısını, "Atamızın evi bombalandı" başlığı ile yayınlamıştı. 

İstanbul'da azınlık dükkanlarının, konutlarının hatta tapınaklarının tahribine yol açan bu olayın düzenleyicisinin o zamanın iktidarı olduğunu çok sonra öğrenmiştik.

Sık gördüklerimizin söylediklerinin doğru olmadığı tekrar ve tekrar ve tekrar anlaşıldığında notunu veriyoruz ama bunu kavramamız zaman alıyor.

En sık gördüklerimizin söylediklerinin gerçekle bağdaşmadığı kavrandıktan sonra ne oluyor? 

Bundan sonrası, bulunduğumuz yerdeki ortamın demokratik olup olmadığına göre farklı gelişiyor: 

Demokrasisi gani yerde, yalancının mumunun söneceği yatsıya varılmış oluyor.

Demokrasisi kıt yerde ise yalanları üretenler, insanların kuşkulanmaya başladıklarını gördüklerinde tehdide başlıyor, "İnanmazsan fena yaparım!" diyorlar.

Böyle davranınca ne oluyor? İnsanlar inanmaya mı başlıyorlar? Hayır! Ortalık fena karışıyor.

Çaresi?

O zaman birilerinin, eski bir Osmanlı özdeyişini anımsayıp palavracıya söylemesi gerekiyor: "Anan cadı karısı, baban zebani: Tanındın burada yağla tabani!"


Selçuk Erez

[email protected]

YORUMLAR

  • 0 Yorum