Didem Çivici ÖFKE

Eğitim sürecimiz boyunca ailemizden, okuldan ve toplumdan pek çok şey öğrendik. Duygularımızı ve ihtiyaçlarımızı yok saymayı, bastırmayı ve hallerimizle “başa çıkmayı” öğrendik. Dışarıdan aldığımız mesajlar ise genelde şu mesajı veriyordu:

Didem Çivici ÖFKE
10 Ekim 2017 - 10:49
“Duygulara değil gerçeğe odaklan; hissetmezsen hayat daha kolay.”  

Duygularımızı ve altında yatan ihtiyaçlarımız ziyaret etmediğimizde hayatla başa çıkmak gerçekten de daha kolaydı ya da biz öyle sandık. Sonradan anlayacaktık içimizde kaynayan bir volkanın oluştuğunu.

Kabul edilemez görünen ve toplumda onay görmeyen duyguların belki de en başında ÖFKE geliyor. “Öfkeyle kalkan zararla oturur,” diye bir atasözümüz var. Mesaj çok net. Öfke, istemediğimiz bir duygu.

Dr. Harriet Lerner “Öfke Dansı” kitabında şöyle diyor:

“Öfkeli olma olasılığımızın bile başkalarının bizi reddetmesine ya da onaylamamasına yettiği göz önüne alınırsa, öfkeli olduğumuzu itiraf etmek bir yana, bunu bilmemizin bile bizim için bu kadar güç olmasında şaşılacak bir şey yok.”

Öfkelenmek, utanmak, korkmak: Bu üç duygu özellikle bizim hayatımız boyunca gölgeye attığımız duygular olabilir ve biz onlarla nasıl temas edeceğimizi bilmiyoruz. Öfke ile başa çıkma yollarımız var. Öfkeyi kontrol etme yöntemlerimiz var. Ben öfkenin kontrol edilebilecek bir şey değil, anlaşılacak ve bağlantı kurulacak bir duygu olduğunu düşünüyorum. Öfke duyduğumda zarar vermek zorunda değilim. Zarar verme ya da dışlanma korkusuyla da öfke duymamam gerektiğine inanmıyorum.

Dr. Lerner, aynı kitabında öfke ile ilgili daha kapsamlı bir ifadede bulunmuş:

“Öfke, haklı ya da haksız, anlamlı ya da yararsız değildir. Öfke sadece vardır. O, hissettiğimiz bir şeydir. Her zaman bir nedeni vardır ve ilgi görmeyi hak eder.”

Sanıyorum ki burada asıl sorulası soru şu:

“Öfkemi, kendimi güçsüz ve çaresiz hissetmeme yol açmadan nasıl ifade edebilirim? Öfkelendiğimde durumumu savunuya ya da saldırıya geçmeden ifade etmeyi nasıl öğrenebilirim?” [1]

Öfke, utanç ya da suçluluk: Bunlar çok derin ihtiyaçlarımızın alarm sistemleri gibi çalışıyor sanki. Bu duyguların, karşılanmayan ihtiyaçlarımızı işaret eden kıymetli duygular olduklarını düşünüyorum. Özellikle bu üç duygunun, değerlerimizi yitirdiğimizde, sınırlarımızı belirleyemediğimizde, yaşam alanımız ve değerlerimiz ihlal edildiğinde, özerkliğimizi kaybettiğimizde, yani bir şeyler ters gittiğinde yanıp sönen uyarı lambaları gibi olduklarını düşünüyorum. Hayatımız için böylesine güçlü ihtiyaçları işaret eden bu duyguların da bizim için çok kıymetli rehberler olduğu kanısındayım. Bu nedenle üzerine eğilinesi, derinlemesine çalışılası, dikkatle kucaklanası...

Peki öfke ile bağlantı kurabilir miyim? Bunu nasıl yapabilirim?

Evet kurabiliriz. Bunun için benim hali hazırda öğrenmekte olduğum, âlet çantama kattığım değerli araçlarım var. Bu araçların başında Şiddetsiz İletişim (Şİ) geliyor, yani kendi ifademle diyebilirim ki EMPATİ GÜCÜM. Şİ yöntemi ile dört adımda çalışmayı ve kendimi anlamayı sağlıyorum. Gözlemleyerek, duygularımı fark ederek, ihtiyaçlarımı belirleyerek ve bir rica/strateji oluşturarak sürecin şeffaflaşmasını sağlayabiliyorum. Bu sayede, ortaya çıkan duygularımla savrulmak yerine kendimle derin bağlantı kurmuş bir halde önümü daha net görebiliyorum. Konuyu öfke üzerinden anlatmam gerekirse: Bir olayı ele alarak bedenimi de gözlemleyerek duygularımı fark ediyor (burada örnek olarak öfke) ve öfkemin nasıl bir ihtiyaçla bağlantılı olduğuna dair bulguları takip ediyorum. Bu nokta, kendimi “anladığım” nokta. Misal, öfkemin aslında istemeden verdiğim bir söz olduğunu fark ettiğimde yavaşlayabiliyor ve süreci baştan sona kadar sakinlikle ele alabiliyorum. Amacım durumu çözmek yerine “anlayış ve empati” getirmek oluyor, yani süreci kavramak ve görünenin ardındaki gerçek sahne ile bağlantı kurabilmek. Bu sayede ihtiyacımla bağlantı kurduğumda kendiliğinden bir rica ortaya çıkabiliyor: Kendime bir rica sunabiliyorum ya da başkasına bir rica sunuyorum. Bu noktada eklemek istediğim benim için kıymetli bir konu daha var. Şİ sürecimde öğrendiğim bir şey varsa o da çözüme odaklanmak yerine sürece, yani OLANa/DUYGUma odaklanarak BAĞLANTI KURMAK. Bağlantı kurduğumda (kendimle ya da başkasıyla) çözüm kendiliğinden geliyor. Örneğin, verdiğim sözü hangi ihtiyaçlarla verdiğimi anlayabilirsem ve bu karar beni huzursuz ediyorsa, o anki sözümü hangi ihtiyaçlarımı karşılamak için verdiğimi keşfedebilirsem, bir sonraki sefer aynı ihtiyaçlarımı karşılayabilmek için BAŞKA STRATEJİLER geliştirebilir ve diğer ihtiyaçlarımı da yok saymadan kendimi gözetebilirim.

Şİ sürecini desteklediğini düşündüğüm ve uzun süredir yaşamımda pratik olarak kattığım diğer bir konu ise beden farkındalığı. Bedenin, duygular zihnimize henüz ulaşamadan onları ifade eden güçlü bir araç olduğunu düşünüyorum. Çoğu zaman “kronik” dediğimiz pek çok ağrı ya da gerginlik, uzun zamandır farkına varmadığımız duygu ve dolaylı olarak da ihtiyaçlarımızın birer ifadesi olabiliyor. Çoğu zaman duyguları fark etmeden önce bedendeki yansımalarını fark edebiliyoruz aslında, ama sadece dikkatimizi vermiyoruz. Oysa ki beden farkındalığını, yani hangi duygu çıka geldiğinde bedenimizde nerede ne oluyor fark edebildiğimizde önümüzde çok detaylı ve kıymetli bir yol haritası çiziliyor. Bu nedenle bedenimle işbirliği yapmayı kıymetli ve faydalı buluyorum.

Akademi’de fizik bedenimizin “feminen öz” taşıdığını söyleriz. Fizik bedenimizi “hayvan” bedenimiz olarak ele alırız. Güdüleri olan, kendi içinde bütün olan, refleksle hareket eden bir hayvan beden. Doğrudan alan ve veren bir varlık. Duygu bedenimiz ve fizik bedenimiz, aynı mental, yani zihin bedenimiz gibi bir eğitim görür, terbiye alır. Bizler yetişkin (!) olana dek nasıl hareket etmemiz gerektiğini, nasıl düşünmemiz gerektiğini ve ne hissetmemiz gerektiğini öğreniriz. Sonra da zihinsel, fiziksel ve duygusal olarak yorgun, bitkin ve tükenmiş insanlar haline geliriz. Ups! Pardon! Aslında daha sağlıklı ve “yetişkin” olmamız beklenmişti, öyle değil mi! 

YORUMLAR

  • 0 Yorum