Dünya tarihinin ilk "oksimoron" bayramı!

Adında "milli birlik" var, ülkenin bir yarısının, öteki yarısını "hain" diye gördüğü bir toplumsal iklimde yaşıyoruz

Dünya tarihinin ilk "oksimoron" bayramı!
15 Temmuz 2021 - 08:53

Ne tuhaf değil mi?

Memlekette olmayan iki şeyi, aynı gün kutluyoruz.

Darbe girişiminin ardından, ağustos ayındaki Yenikapı mitinginin "ruhu" henüz uçup gitmemişken, 2016 yılının Cumhuriyet Bayramı'na denk getirilecek şekilde Resmi Gazete'de yayımlandı ve 15 Temmuz günleri, artık Demokrasi ve Milli Birlik Günü olarak kutlanıyor.

* Adında "demokrasi" var, ülkede demokrasinin d'sini arar haldeyiz.

Geçtiğimiz bir yılda demokratik haklarımıza yönelik ihlalleri alt alta yazsam, T24'ün bütün terrabitlerini bitirebilirim!

Sadece son 15 günde yaşadıklarımız bile normal bir demokraside 100 yılda olmayacak şeyler.

LGBTİ+ Onur Yürüyüşü yasaklandı, demokratik haklarını kullanmak isteyenler polisten dayak yedi, kahvelerde oturanlar bile suçlu gibi ters kelepçeyle gözaltına alındı.

Hak aramak için Ankara'ya gitmeye çalışan Somalı maden işçileri, şehre sokulmadı.

Adıyamanlı tütün üreticileri, idarenin kararlarını protesto ettiler diye tutuklandılar, kim bilir ne zaman özgür kalabilecekler.

RTÜK, türkü çalındı diye televizyon kanallarına ceza yazdı.

Bugün Osman Kavala'nın, sırf Recep Tayyip Erdoğan öyle istiyor diye hapse atılmasının 1353. Günü!

* Adında "milli birlik" var, ülkenin bir yarısının, öteki yarısını "hain" diye gördüğü bir toplumsal iklimde yaşıyoruz.

Hatta Cumhurbaşkanı ve iktidarın küçük ortağına bakarsanız, dünyada en çok hain barındıran ülkesiyiz.

Hain sayılmanız ya da birilerini hain ilan etmeniz için özel bir çaba göstermeniz de gerekmiyor.

Sizden "farklı düşünüyorsa, haindir" bu kadar basit!

Sanırım bu dünya yüzündeki ilk "oksimoron bayram"!

Kutlu ve mutlu olsun.

* * *

Karanlıkta kalan tuhaf bir ayrıntı

15 Temmuz günü Genelkurmay karargahındaki darbecilerin liderlerinden biri de o sırada tümgeneral rütbesinde olan ve yargılama sonunda 141 kez ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilen Mehmet Dişli idi.

Mehmet Dişli'nin, şu anda Layeh'de Büyükelçi olarak bulunan, zamanın AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli'nin kardeşi olduğunu da not edelim.

Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar'a "başımıza geçin" diyen, darbe bildirisini imzalaması için ısrar eden, silahla tehdit eden de Mehmet Dişli'den başkası değildi.

Bu sırada Hulusi Akar'ın boynuna kemer geçirilip, boğazının sıkıldığını da biliyoruz.

Akar'ın bu baskıya rağmen direnmesi ve darbeciler ile işbirliği yapmayı reddetmesi kuşkusuz ki darbe girişiminin başarısızlığa uğratılmasında en önemli etkenlerden biriydi.

Sezar'ın hakkını Sezar'a vermek gerekir, onun için Akar'ın da hakkı Akar'a!

Darbeciler tarafından Akıncı üssünde gece boyunca zorla tutulan Hulusi Akar, darbenin bastırılmasının ardından bir helikoptere binerek, Çankaya Köşkü'ne geldi.

Akar ile birlikte helikoptere binenlerden biri de darbe girişiminin lider kadrosundan olan bu Mehmet Dişli idi.

Helikopteri kullanan pilotun savcılıktaki ifadesine göre helikoptere binmesine izni Hulusi Akar vermişti. Bu ikili yolculuk boyunca helikopterde yan yana oturdular.

Helikopter'in Çankaya Köşkü'nün bahçesine inmesinin ardından, Akar ve Dişli, Köşk'te kurulan Başbakanlık Kriz Masası'nın olduğu bölüme geçtiler.

Sonrasını Dişli'nin savcılıktaki ek ifadesinden okuyalım: "Devam eden ateşin kesilmesi için komutanın ve ilgili bakanların emri ile Eskişehir'i aradım. Uzun süre onlarla görüştüm. Bu şekilde saat 15.30'a kadar oradaki kriz masasında görev yaptım. Buna başta Başbakanımız olmak üzere hepsi şahittir. Daha sonra ben yine Başbakanlık katındayken, 2 polis memuru gelip ‘Sizin de bilginize başvurmamız gerek' dediler. Bu sırada ben ağabeyim olan Şaban Dişli'ye bütün gece yaşananları özetliyordum."

Adam, Genelkurmay Başkanı'nı tutukluyor, darbecilerin başına geçmesini istiyor, Başkan bunu kabul etmeyince derdest edip Akıncı Üssü'ne götürüyor. Ama sonra aynı adam, aynı Genelkurmay Başkanı ile aynı helikopterle Başbakanlık'a geliyor.

Ve haliyle insan merak ediyor:

* Akar, darbecilerin lider kadrosunda olduğunu bildiği Mehmet Dişli'nin saat 15.30'a kadar Başbakanlık kriz masasında görev yapmasına neden göz yumdu?

* Nasıl oldu da darbeye karıştığını en başta Genelkurmay Başkanı'nın bizzat bildiği bir darbeci subay, o saate kadar gözaltına alınmadı?

* Akar, neden helikopterden iner inmez, Köşk'teki güvenlik görevlilerine talimat verip, Dişli'yi yakalattırmadı?

* Dişli, kriz masasında görev yaptığı süre boyunca darbe ile ilgili bazı bilgileri karartmış olabilir mi?

* Bir darbecinin, darbeye karşı kurulan kriz masasında işi neydi?

* Darbeci Dişli, AKP Genel Başkan Yardımcısı olan ağabeyine tam olarak ne anlattı?

Bunları da beş yıldır düzenli olarak soruyorum, halen yanıt alabilmiş değilim.

Bu olay, bir tek bana mı tuhaf geliyor?

* * *

Flamingolar rejimin kurbanı, köylülerin değil

Tuz Gölü'ndeki yavru filamingoların ölümünün ardından sosyal medyada yazılanlara batım; sanki bunun suçlusu tarlalarını sulamak için kanallara bent çeken köylülermiş gibi bir hava var.

Devlet Su İşleri, filamingolar ölene kadar neredeymiş diye soran görmedim.

Bu yaz Orta Anadolu'da kuraklık var ve o köylülerin tarlalarını sulamak için başka çareleri de yoktu.

Kuraklık nedeniyle bunun yaşanacağını öngörmek de DSİ'nin göreviydi.

Olayın duyulmasının ardından Konya Valiliği araştırma ve soruşturma başlatıldığını duyurdu.

Bunun için bir de komisyon kurmuşlar.

Valiliğin açıklamasında "flamingoların yaşam döngüsünü olumsuz etkileyen hususlar ve alınabilecek ek tedbirlerle ilgili Valiliğimizce oluşturulan uzman komisyon, alanda incelemeler yapmaktadır" deniliyor.

Valiliğin aklı daha önce neredeymiş, onu da merak ettim.

Vali, flamingoların ölümünü duyana kadar başka bir kentte mi yaşıyordu?

Bütün mesele, Türkiye'nin artık iyi yönetilmiyor olmasından kaynaklanıyor.

Liyakatin yerini partizanlık aldığından beri yaşadığımız şey budur; flamingolar çaresiz köylülerin değil, bu yönetim biçiminin kurbanıdır.

DSİ gibi kurumlar vaktiyle partizanlığın çok da bulaşamadığı, işini iyi yapmaya odaklanmış mühendislerin fedakarca çalıştığı kurumlardı.

Genel Müdür, Bölge Müdürü düzeyinde siyasi tercihler rol oynasa bile bu kurumların asıl odaklandığı şey kendilerine verilen görevdi.

Ve o göreve uygun personel istihdam edilirdi, "bizdendir" diye değil.

15 milyar doları, esasen bir arsa rantı projesi olan Kanal İstanbul'a harcamayı planlayanlar, artık giderek daha da kuraklaşacak bu ülkede tarımı ve çiftçiyi nasıl kurtaracaklarını düşünüyor olmalıydı.


 

Mehmet Y. Yılmaz

[email protected]

YORUMLAR

  • 0 Yorum