Eee keyifler nasıl?

Hadi 2023’e de girdik. Cumhuriyet'in 2. YY’ını da gördük. Halâ, Şeriat'ın, Laikliğin, Hilafet'in, Demokrasi'nin, Cumhuriyet'in ne olduğunu, ne anlama geldiğini bilmesek te, girdik işte.

Eee keyifler nasıl?
06 Ocak 2023 - 10:45

2. YY gidiyoruz da, Global Reset sonrası, “Yeni Normal” dönemde, TransHumanizm’de, öyle Cumhuriyet mumhuriyet yok ama olsun, biz yaptık oldu. Paris’e gider iklim anlaşmasını imzalarız, döner fosil yakıt anlaşması imzalarız. Uluslararası sistemle uyumlu adımlar atacağız ve hem de Cumhuriyet'in 2. YY’nı kutlayacağız. Dünya değişecekce biz de değişiriz! MetaVerse de kutlarız yeni yüzyılı, Siborg Gender birey’lerle!? Zaten nüfus cüzdanımıza GENDER yazdık.
He! Zaten , “Yeni dünya düzeni”nde, 19. YY sonunda oluşan kavram ve kurumlara yer yok biliyoruz da, Nostaljik takılıyoruz işte! Biz Hamaset’e bayılırız. Onun için hala “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşma”yı tartışmaya devam ediyoruz. Hoş, artık bizim solcular “Çağdaşlaşma” diyorlar. Muasırlaşma yerine bir dönem “Asrilik” moda olmuştu, o tutmadı. “Asri” diyince sosyete ya da “Modernleşme” anlaşıldı. Batıcılıkta aslında “Garbi”lik. O da tutmadı. Mesela “Şarkiyat” tuttu. “Şarkı”da tuttu.

Yıl 1948. Osman Yüksel Serdengeçti'nin çıkarttığı “Serdengeçti” dergisinin 5. sayısında yayınlanan “Asri aile” diye bir şiiri var. O şiiri yazının sonuna alıyorum da, ilk yayınlandığı şekli ile görmek isteyenler “Serdengeçti” dergisinin 5. Sayısının PDF sine şu adresten ulaşabilirler: http://ulkunet.com/UcuncuSayfa/serdengecti05_8112.pdf

Bakın bu şiir çok önemli. O günlerin tek parti “kodaman’lar”ını anlatır. Şimdi onlara “Oligark” diyorlar. O günlerden bu günlere nasıl geldik ya da o gün bunlara direnenlerin çocukları bugün onlara benzediler, bunu görmek için bu şiiri tekrar tekrar okumak gerek.
Hani şu “Medeniyet denilen maskara mahluk” var ya bunlar hep onun işi. Bu şiiri okuyunca İstanbul Sözleşmesi'ni, Lanzarotte'yi alkışlarla kabul edenlerin bu noktaya nasıl savrulduklarını daha iyi anlayacaksınız. Aile, gençlik ve toplum olarak “Nereden geldik, nereye gidiyoruz” merak ediyorsanız, bu şiiri mutlaka okumalısınız.
Osman Yüksel denen bu “Serdengeçti Adam”ı daha yakından tanımak isterseniz, Mehmet Niyazi Özdemir’in 24 Eylül 2017 tarihli Yeni Şafak’ta yayınlanan “Yüksek Vekâletin Alçak Vekili’ne” başlıklı yazısına bakmak gerek. “(…) Osman Yüksel serbest bırakılınca, Milli Eğitim Bakanlığı’na dilekçe vererek suçsuz olduğunu, mezuniyet sınavlarına girmesine izin verilmesini ister. Bakanlık bu dilekçeyi gerekçe belirtmeden reddeder. Bunun üzerine Bakan Hasan Ali’nin huzuruna çıkar; mazeretini kabul etmeyince, meşhur dilekçeyi önüne koyar: Yüksek Vekâletin Alçak Vekiline /ANKARA. 3 Mayıs 1944 hadiselerine öncülük yapmak, gençliği kışkırtıp tahrik etmek suçuyla Dil – Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin Felsefe Şubesi’nin son sınıfının son noktasında bir telefon emrinizle okuldan atılan, ben Osman Yüksel, İstanbul’a sürülüp örfi idare komutanlığının emrine teslim edildikten, tabutluklara tıkılıp, zincirlere vurulduktan sonra suçsuz olduğum anlaşılmıştır. Kader beni yine sizin karşınıza dikmiştir. Hakkımı istiyorum efendi, hakkımı ...! Senden bahşiş istemiyorum ...! İmtihan hakkımı ya verirsin ya zorla alırım... Beni, tuttuğum yoldan Yücel değil, ecel gelse döndüremez..! Bu aşkı bu ateşi hiçbir şey söndüremez…!

Osman Yüksel, bu dilekçeye cevap alamaması üzerine Serdengeçti Dergisi'nin 2. sayısında Hasan Ali Yücel’i tekrar yerden yere vuran bir yazı yazar. Bu yazı şöyle başlamaktadır: '‘Ağzının sağ yanı ile Kur’an okuyan, sol yanı ile kızıl ıslıklar çalan Bakan!...’'
Bu yazıdan sonra Osman Yüksel’e ceza davası açılır; üç yüz lira para, 3.5 ay hapis cezası verilir.
Hasan Ali Yücel Bakanlıktan ayrılır. Bunun yerine Şemsettin Sirer gelir. Bu dönemde Osman Yüksel Danıştay’a başvurur. Davayı kazanır ve sınava girecektir. Ama hocalar zorluk çıkarırlar. Hastalanır, Akseki’ye gider, kışı orada geçirir, tekrar Ankara’ya döner. Kalan dersini vererek mezun olacaktır. Dersin hocası Behice Boran’dır. Osman Yüksel’i bir türlü sınava almaz. Ama onun için hayat memat meselesidir. Behice Boran’a şöyle söyler: '‘Beni nasıl imtihana almazsınız? Danıştay’dan kapı gibi ilam getirdim. Bunu kabule mecbursunuz!’'
Behice Boran: ‘Hayır Osman, infaz etmem. Çünkü o kararı tanımıyorum!’
Osman Yüksel: ‘'Nasıl oluyor da Cumhuriyet Hükümetinin en yüksek mahkemesinin kararını tanımıyorsunuz. Burası Moskova mı?’'
Osman Yüksel ne söyledi ise boştur. Onu sınava almazlar. Profesör Enver Z. Karal, Prof Cemal Alagöz, Prof. B.S. Baysal ve Doç İ. Şahin Baştan oluşan haysiyet ve disiplin kurulu, okuldan silinmesine karar verirler. Burası bir hukuk devleti değildir; iki dudak arasında çıkan söze bağlıdır. Dolayısıyla halkı şuurlandırmak lazımdır. Bu da demokrasi ile olur.
Osman Yüksel’in, onun gibi muzdariplerin, demokrasiye geçişimizin rolünü Agah Oktay Güner şöyle izah eder: '‘Serdengeçti kaç zulme ışık tutmuş, kaç kalbi, kaç beyni uyandırmış bilemem. Ama kesin bildiğim şudur: CHP’nin 1950’de halkın reyi ile yerle bir edilmesinde Nihal Atsız, Necip Fazıl Kısakürek ve Osman Yüksel’in büyük hizmetleri olmuştur. Orkun, Büyük Doğu, Serdengeçti adeta üç ağır top gibi CHP’yi fikir gülleleri ile viraneye çevirmiştir. Osman Yüksel, dergisinin adı ile tanınan ve sevilen çok sıkı bir batarya kumandanı idi. Onun fikir yanında mizah, nükte dolu satırları, 1946-1950 demokrasiye geçiş mücadelesinde çok hizmet vermiştir.'’
Osman Yüksel Serdengeçti; ‘'Yıkıldılar'’ adlı makalesinde CHP’yi şöyle tarif etmiştir: ‘'Tam 27 yıl Tanrı’lar gibi konuştular. Firavunlar gibi saltanat sürdüler. Yediler, içtiler, kustular. Bol harcırah, hususi vagonlar, yatlar… Sürgün ettikleri padişahların saraylarında şahane hayatlar… Zevk, eğlence âlemleri… Vur patlasın! Çal oynasın! Her gün bayram, her gün seyran! Altta kalanın canı çıksın. Altta kalan milletti! Halktı, köylü idi! Ama nutuklarda, afişlerde ‘Köylü Milletin Efendisidir’ yazılı idi. Ne uslandılar, ne utandılar, ne de doydular… Ey Türk Milleti! Vatan ve millet cellâtlarını unutma ve affetme!’ (…)”

Bakın cesaret böyle bir şey, “akrebin kıskacında yoğrulmak” böyle bir şey. Dik başlı değil, başı dik, “Özgür bir insan” böyle olunur.
Serdengeçti anlatıyor: ''1944’de, üniversitede öğrenciyken tutuklandıklarında kendilerini bir anda Vali Tandoğan’ın karşısında bulurlar. Tandoğan orada tutuklanan gençlere karşı şöyle der:  kendilerine bu tutuklama sonrası meşhur “Öküz Anadolulu” nutkunu çekmişti: “Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lazımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: birincisi çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek; ikincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek.”
CHP, sırtındaki bu kamburlardan kurtulmadan toplumun bilinçaltında, toplumsal hafızada aklanması çok kolay olmayacak.
Şimdi, “Asri Aile”yi okuyabilirsiniz. Ve bugün ailenin ve gençliğin içine düşürüldüğü durumu anlamak için bu mısralar, dünü ve bugünü yeniden düşünmenizi sağlayacaktır.
Bir yıl önce başlayan İstanbul Sözleşmesi'nden ayrılma yönündeki irade beyanı, bir yıl sonra ancak yargı aşamasını tamamladı. Sözleşmeden ayrılmak için, önümüzde daha uzun bir süreç var. Dahası, bu sözleşmelere dayalı olarak hazırlanan yasa, yasaya dayalı yönetmelikler, genelgeler, geri çekilmesi gereken tamimler var. İstanbul sözleşmesi için bir “irade beyanı” olsa da henüz Lanzarotte için bir adım bile atılmadı.
Neyse, bu şiiri okurken, biraz da, AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’lileri, AKP’nin Papatyaları, Nilüferleri, Lale devri çocuklarını, Yeşil Sermayeyi, Yeşil Feministleri, Yeşil Atatürkçüleri düşünün. Dönüştürelim derken, nasıl dönüştüğümüzü de düşünün.
Umarım keyfinizi fazla kaçırmadım.
Poetika ve Politika ikiz kardeştir aslında.
Şimdi lütfen aşağıdaki şiiri okuyun. Bunca sözden sonra iyi gider.
Selam ve dua ile.
 

2. YY gidiyoruz da, Global Reset sonrası, “Yeni Normal” dönemde, TransHumanizm’de, öyle Cumhuriyet mumhuriyet yok ama olsun, biz yaptık oldu. Paris’e gider iklim anlaşmasını imzalarız, döner fosil yakıt anlaşması imzalarız. Uluslararası sistemle uyumlu adımlar atacağız ve hem de Cumhuriyet'in 2. YY’nı kutlayacağız. Dünya değişecekce biz de değişiriz! MetaVerse de kutlarız yeni yüzyılı, Siborg Gender birey’lerle!? Zaten nüfus cüzdanımıza GENDER yazdık.
He! Zaten , “Yeni dünya düzeni”nde, 19. YY sonunda oluşan kavram ve kurumlara yer yok biliyoruz da, Nostaljik takılıyoruz işte! Biz Hamaset’e bayılırız. Onun için hala “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşma”yı tartışmaya devam ediyoruz. Hoş, artık bizim solcular “Çağdaşlaşma” diyorlar. Muasırlaşma yerine bir dönem “Asrilik” moda olmuştu, o tutmadı. “Asri” diyince sosyete ya da “Modernleşme” anlaşıldı. Batıcılıkta aslında “Garbi”lik. O da tutmadı. Mesela “Şarkiyat” tuttu. “Şarkı”da tuttu.

Yıl 1948. Osman Yüksel Serdengeçti'nin çıkarttığı “Serdengeçti” dergisinin 5. sayısında yayınlanan “Asri aile” diye bir şiiri var. O şiiri yazının sonuna alıyorum da, ilk yayınlandığı şekli ile görmek isteyenler “Serdengeçti” dergisinin 5. Sayısının PDF sine şu adresten ulaşabilirler: http://ulkunet.com/UcuncuSayfa/serdengecti05_8112.pdf

Bakın bu şiir çok önemli. O günlerin tek parti “kodaman’lar”ını anlatır. Şimdi onlara “Oligark” diyorlar. O günlerden bu günlere nasıl geldik ya da o gün bunlara direnenlerin çocukları bugün onlara benzediler, bunu görmek için bu şiiri tekrar tekrar okumak gerek.
Hani şu “Medeniyet denilen maskara mahluk” var ya bunlar hep onun işi. Bu şiiri okuyunca İstanbul Sözleşmesi'ni, Lanzarotte'yi alkışlarla kabul edenlerin bu noktaya nasıl savrulduklarını daha iyi anlayacaksınız. Aile, gençlik ve toplum olarak “Nereden geldik, nereye gidiyoruz” merak ediyorsanız, bu şiiri mutlaka okumalısınız.
Osman Yüksel denen bu “Serdengeçti Adam”ı daha yakından tanımak isterseniz, Mehmet Niyazi Özdemir’in 24 Eylül 2017 tarihli Yeni Şafak’ta yayınlanan “Yüksek Vekâletin Alçak Vekili’ne” başlıklı yazısına bakmak gerek. “(…) Osman Yüksel serbest bırakılınca, Milli Eğitim Bakanlığı’na dilekçe vererek suçsuz olduğunu, mezuniyet sınavlarına girmesine izin verilmesini ister. Bakanlık bu dilekçeyi gerekçe belirtmeden reddeder. Bunun üzerine Bakan Hasan Ali’nin huzuruna çıkar; mazeretini kabul etmeyince, meşhur dilekçeyi önüne koyar: Yüksek Vekâletin Alçak Vekiline /ANKARA. 3 Mayıs 1944 hadiselerine öncülük yapmak, gençliği kışkırtıp tahrik etmek suçuyla Dil – Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin Felsefe Şubesi’nin son sınıfının son noktasında bir telefon emrinizle okuldan atılan, ben Osman Yüksel, İstanbul’a sürülüp örfi idare komutanlığının emrine teslim edildikten, tabutluklara tıkılıp, zincirlere vurulduktan sonra suçsuz olduğum anlaşılmıştır. Kader beni yine sizin karşınıza dikmiştir. Hakkımı istiyorum efendi, hakkımı ...! Senden bahşiş istemiyorum ...! İmtihan hakkımı ya verirsin ya zorla alırım... Beni, tuttuğum yoldan Yücel değil, ecel gelse döndüremez..! Bu aşkı bu ateşi hiçbir şey söndüremez…!

Osman Yüksel, bu dilekçeye cevap alamaması üzerine Serdengeçti Dergisi'nin 2. sayısında Hasan Ali Yücel’i tekrar yerden yere vuran bir yazı yazar. Bu yazı şöyle başlamaktadır: '‘Ağzının sağ yanı ile Kur’an okuyan, sol yanı ile kızıl ıslıklar çalan Bakan!...’'
Bu yazıdan sonra Osman Yüksel’e ceza davası açılır; üç yüz lira para, 3.5 ay hapis cezası verilir.
Hasan Ali Yücel Bakanlıktan ayrılır. Bunun yerine Şemsettin Sirer gelir. Bu dönemde Osman Yüksel Danıştay’a başvurur. Davayı kazanır ve sınava girecektir. Ama hocalar zorluk çıkarırlar. Hastalanır, Akseki’ye gider, kışı orada geçirir, tekrar Ankara’ya döner. Kalan dersini vererek mezun olacaktır. Dersin hocası Behice Boran’dır. Osman Yüksel’i bir türlü sınava almaz. Ama onun için hayat memat meselesidir. Behice Boran’a şöyle söyler: '‘Beni nasıl imtihana almazsınız? Danıştay’dan kapı gibi ilam getirdim. Bunu kabule mecbursunuz!’'
Behice Boran: ‘Hayır Osman, infaz etmem. Çünkü o kararı tanımıyorum!’
Osman Yüksel: ‘'Nasıl oluyor da Cumhuriyet Hükümetinin en yüksek mahkemesinin kararını tanımıyorsunuz. Burası Moskova mı?’'
Osman Yüksel ne söyledi ise boştur. Onu sınava almazlar. Profesör Enver Z. Karal, Prof Cemal Alagöz, Prof. B.S. Baysal ve Doç İ. Şahin Baştan oluşan haysiyet ve disiplin kurulu, okuldan silinmesine karar verirler. Burası bir hukuk devleti değildir; iki dudak arasında çıkan söze bağlıdır. Dolayısıyla halkı şuurlandırmak lazımdır. Bu da demokrasi ile olur.
Osman Yüksel’in, onun gibi muzdariplerin, demokrasiye geçişimizin rolünü Agah Oktay Güner şöyle izah eder: '‘Serdengeçti kaç zulme ışık tutmuş, kaç kalbi, kaç beyni uyandırmış bilemem. Ama kesin bildiğim şudur: CHP’nin 1950’de halkın reyi ile yerle bir edilmesinde Nihal Atsız, Necip Fazıl Kısakürek ve Osman Yüksel’in büyük hizmetleri olmuştur. Orkun, Büyük Doğu, Serdengeçti adeta üç ağır top gibi CHP’yi fikir gülleleri ile viraneye çevirmiştir. Osman Yüksel, dergisinin adı ile tanınan ve sevilen çok sıkı bir batarya kumandanı idi. Onun fikir yanında mizah, nükte dolu satırları, 1946-1950 demokrasiye geçiş mücadelesinde çok hizmet vermiştir.'’
Osman Yüksel Serdengeçti; ‘'Yıkıldılar'’ adlı makalesinde CHP’yi şöyle tarif etmiştir: ‘'Tam 27 yıl Tanrı’lar gibi konuştular. Firavunlar gibi saltanat sürdüler. Yediler, içtiler, kustular. Bol harcırah, hususi vagonlar, yatlar… Sürgün ettikleri padişahların saraylarında şahane hayatlar… Zevk, eğlence âlemleri… Vur patlasın! Çal oynasın! Her gün bayram, her gün seyran! Altta kalanın canı çıksın. Altta kalan milletti! Halktı, köylü idi! Ama nutuklarda, afişlerde ‘Köylü Milletin Efendisidir’ yazılı idi. Ne uslandılar, ne utandılar, ne de doydular… Ey Türk Milleti! Vatan ve millet cellâtlarını unutma ve affetme!’ (…)”

Bakın cesaret böyle bir şey, “akrebin kıskacında yoğrulmak” böyle bir şey. Dik başlı değil, başı dik, “Özgür bir insan” böyle olunur.
Serdengeçti anlatıyor: ''1944’de, üniversitede öğrenciyken tutuklandıklarında kendilerini bir anda Vali Tandoğan’ın karşısında bulurlar. Tandoğan orada tutuklanan gençlere karşı şöyle der:  kendilerine bu tutuklama sonrası meşhur “Öküz Anadolulu” nutkunu çekmişti: “Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lazımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: birincisi çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek; ikincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek.”
CHP, sırtındaki bu kamburlardan kurtulmadan toplumun bilinçaltında, toplumsal hafızada aklanması çok kolay olmayacak.
Şimdi, “Asri Aile”yi okuyabilirsiniz. Ve bugün ailenin ve gençliğin içine düşürüldüğü durumu anlamak için bu mısralar, dünü ve bugünü yeniden düşünmenizi sağlayacaktır.
Bir yıl önce başlayan İstanbul Sözleşmesi'nden ayrılma yönündeki irade beyanı, bir yıl sonra ancak yargı aşamasını tamamladı. Sözleşmeden ayrılmak için, önümüzde daha uzun bir süreç var. Dahası, bu sözleşmelere dayalı olarak hazırlanan yasa, yasaya dayalı yönetmelikler, genelgeler, geri çekilmesi gereken tamimler var. İstanbul sözleşmesi için bir “irade beyanı” olsa da henüz Lanzarotte için bir adım bile atılmadı.
Neyse, bu şiiri okurken, biraz da, AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’lileri, AKP’nin Papatyaları, Nilüferleri, Lale devri çocuklarını, Yeşil Sermayeyi, Yeşil Feministleri, Yeşil Atatürkçüleri düşünün. Dönüştürelim derken, nasıl dönüştüğümüzü de düşünün.
Umarım keyfinizi fazla kaçırmadım.
Poetika ve Politika ikiz kardeştir aslında.
Şimdi lütfen aşağıdaki şiiri okuyun. Bunca sözden sonra iyi gider.
Selam ve dua ile.

ASRÎ AİLE
Osman Yüksek Serdengeçti

Nazik, komilfo, kibar, elegan, janti, ince / Hatıra bu gelmez mi asrilik denilince

Dil, din farkı gözetmez; genç, ihtiyar her yaşta. / Asrilik şartı gelir bunlar için en başta.

Hepsi koket, hepsi şık, düzgün kıyafet kılık / Kadınları çaçaron, erkekleri kılıbık

Haftada dört beş gece gelirler bir araya / Kimi şebeğe dönmüş, kimi de maskaraya

Viski, kokteyl; likör; mezeler, bol sandöviç / A dö tabl bakara, frap, poker, bezik, briç

Şen müzik, divertisman kontuar eğlenceler / Sabah olurken biter, olan sonsuz geceler

Her gece birkaç yüz papeli sökülüşler / Ayrılırken el sıkıp kırılıp dökülüşler

Hakikati bilmeyen her halde gıpta eder / Ah ne yüksek yaşayış ne yüksek insanlar der

Asrilik ne demektir anlaması biraz zor / İç yüzünü öğrenmek istersen gel bana sor

Dikkatli bak görürsün ne kadar tersine iş / Uçuruma sürükler cemiyeti bu gidiş

Otuz yıldır gezerim muhiti adım adım / Her inkılâp devrinde bir terakki aradım

Yazık ki rastlamadım çok gayret ettimse de / Bizdeki asriliği görmedim hiç kimsede

Bir hasbihal edelim ben sana anlatayım. / Bu çok mühim yarayı deşeyim, kanatayım.

Biraz daha geçerse can evine girecek, / Asrilik denen afet bünyeni kemirecek.

O tertemiz varlığın çürüyüp kanayacak / Kangren olup çıban her yerini saracak

Asrilerde bulunmaz dostluk, vefa, müveddet / Yalandır, hep riyadır; samimiyet, muhabbet

İşit fakat inanma, o yıldızlı sözünü / Elinden gelse oyar birbirinin gözünü

Sahtedir, gösteriştir, hep o cicili şeyler /Candan dosttur sandığın, kalkar seni zemmeyler

Ne ahbaplık hissi var, ne hak ve hukuk tanır, / Ne kimseden sıkılır, ne Allah'tan utanır.

Erkek adı Don Kişot, kadında yok ar hayâ. / Nâmus, dinden bahseden burada kalır yaya.

Lükstür, tuvalettir onlarda ki her iman, / Mübalağa değildir bu saydıklarım inan.

Saç, kaş, kirpik, göz, dudak, yanak, hepsi denk / Altın rengi, tozpembe, beyaz, kızıl renk

Bu kadar rengi nasıl toplamış bir çehreye / Ressamlar hayret eder bayandaki çehreye

Etek diziden yukarı çıplak kol göğüs ense / Sokaktan geçenler göz atarlar bu gence

Kız saymaz anasını oğluna acımaz baba / Yüzleri kızarmadan en hoyratça en kaba

Tabirleri kullanıp küfredip söğerler / Karısı oğlu kızı sayın bayı döğerler

Hangisini sorarsan çekilmez bir gaile / Yalnız harice karşı ah ne kibar aile

Asrî olan kadına çalışmak da ne demek? / Ne ev işi, ne dikiş, ne çamaşır, ne yemek...

Bir düğme bile kopsa bayan dikemez onu, / Çamaşırcıyı bekler küflenir kızın donu.

El sürmez sıcak suya isteriktir tıkanır. / Mendil, yaka ne varsa aydan aya yıkanır.

Kazara aşçı gitse evde bir çorba pişmez. / Bu öyle bir iştir ki el ermez güç yetişmez.

Manikürü bozulur kadının eli kokar. / O pomatlı elini sulara nasıl sokar?

Yemek yoksa kime ne kıyamet kopsa bile / Asri kadın ahçılık eder mi bile bile

Onun kaygusu ancak eğlenmektir, şıklıktır. / O ev kadını değil, mosturalık şıllıktır.

Pudra, krem, esanslar hep düzine düzine, / Her tuvalette üç beş lira sürer yüzüne.

İsraf günahtır dersen katılır güle güle  / Binlerce lira verir birkaç metrelik tüle

Saçlar kuaför ister, pamuk eller manikür / Vücuda masaj lazım ayaklara pedikür

Lobonda sol dip köşe maksimde aynı masa / Park otelde rezerve yer tutmak büyük tasa

Uşak ahçı sofracı çift hizmetçi çift şöför / Baylara bayanlara manikürle kuaför

Moble lüks kübik apartman konforludur / Kadillaç arabalar uçar motor zorludur

Yüzlerce lira kostüm yüzlerce lira manto / Bayları da giymez yüzden aşağı palto

İster üçyüzer lira küçük bayan küçük bay / Sen insaf et de aylık masrafları üçbin say

Bu çılgın müridleri sakın zengin sanmayın / Akareti iradı var sözlerine kanmayın

Erkeğin yaptığı iş aldığı para belli / Ay başında ancak eline geçen yüz elli

Şu halde bütçeleri nasıl gelir başa baş / İlk önce ben de şaşdım birazcık sen de şaş

Bire yirmi açıklık bütçeyi nasıl kapar / Ne gibi bir hünerle bu işi yapar

Aklın varsa sokulma, kaç onlardan uzağa / Görünüşe aldırma tutulursun tuzağa

Asriliğe imrenir, bakarken sola sağa / Hali vakti yerinde kimseler düşer ağa

Üşüşürler başına, içki kumar boğarlar / Metelik kalmayınca, art kapıdan kovarlar

Asri denen kibarın dolabı böyle döner / Lakin öbür tarafta birçok ocaklar söner

Oğlan züppe, kız hoppa, ana sürtük, baba kaz / Bundan daha ahenkli bir aile olamaz

Baba kendi eliyle oğlunu takdim eder, / Ana randevuya kızıyla beraber gider.

Mahdum filâme, kerime hanım metres, / Ana sicilli kaltak, baba boynuzlu teres.

Namussuzluk damgası aileye vurulur / Fakat onlar asriyiz diye yine kurulur

Bir de girelim biz asri denen salona / Gözleri kamaştıran o yıldızlı baloya

Kulağını gözünü dikkatle aç gör dinle / Göz kulak misafiri olalım biz seninle

Biri yarı uzanmış sallıyor ayağını / Biri durmaz oynatır kolunu bacağını

Elde tesbih veya köstek fırıl fırıl çevirir / Biri reverans yapar çarpar stor devirir

Tebessüm bile değmez şeye kahkaha boğar / Dururken hiç sebepsiz somurtur surat asar

Mükaleme bayağı ne mevzu var ne esas / Biri Hindistan derken öbürü der Tunus Fas

Salon dili bilmece anlamaya imkân yok / Dinliyende feraset söyliyende izan yok

Jö vuzasör bayan amökr truvasan / Fakat cidden şödevr bayılır gören insan

Doğrusu bir san pareyi okazyon / Ön şoz entruvabl dolaşan çarşı Pazar

Ma şeri mabiyen eme ma bel metres şeri / Bon Kiki mal bel Şeri Bon Mimi isimler

Kiki’nin aslı Zeki, Feriha imiş Feri / Mimi Mediha demek var mı Türklük eseri?

Asriler işte böyle, yarı Türk yarı Frenk / Kadınlar çaçarondur, kozmopolittir erkek

Bunlardan gelen nesil, vatan millet tanır mı? / Müslümanlık kaygusu, Türklük duygusu var mı?

Asri kibar yaşamak onlara millet ve din / Vatanı isterse ya Türkiye yahut Çin

Muaşeret adabı ne demektir yok bilen / Boru gibi ses verip sümkürüp burun silen

Masayı kucaklayıp dirseğiyle abanan / Susmadan söylemeyi bir marifettir sanan

Çatal bıçak kaşığı beş parmağıyle tutan / Nadide yemekleri hep çiğnemeden yutan

Höpürterek içer kahvesini suyunu / Şapırtılı yemek yer değiştirmez huyunu

Ağzında lokma varken konuşur ağız açar / Etrafına peşref gibi balgam ve mikrop saçar

Kendi iğrenmez ama iğrendirir herkesi / Bütün salona hakim bayanın çatlak sesi

Müdahale edersen hemen alay ederler / Bu parvönü de kimdir nerden çıkmış derler

Asri kibar olmak yalnız onlara mahsus / Lahavle çek baş salla sakın dil uzatma sus

Şanslarına gelince büsbütün rezalettir / Söylemesi ayıptır çünkü bir fezahettir.

Dansta kadını öperler, sıkmak, sıkıştırmak hiç, / Her balodan kazanır memleket bir sürü piç

Göbekler perçin olmuş hava geçmez aradan! / Yola gelmez kadın, varsa sen haber ver paradan?

Çiftler kenetli gibi asılmışlar sımsıkı, / Dans eden kadın erkek konuşur sıkı fıkı.

İkisi de duş ister, buna derler asri dans, / Hiçbir külfeti yoktur, ne pey ister ne avans!

Kocasının yanında randevu verir hanım, / Cemiyet ortasında hitap; nonoşum, canım!

Asrilik böyle midir anlat bana çelebi? / Nerdeyse çakışırlar kadın erkek aleni.

Hayâ, namus kalmamış, rezalet dizboyunda, / Orospuluk, deyyusluk var onların soyunda.

Asriliğin manası edep, irfan demektir. / Bizdekine gelince düpedüz bok yemektir.”
---
Şimdi sırada Necip Fazılın “Muhasebe”sini okumada. Siz şu adresi tıklayın ve Necip Fazılın sesinden dinleyin bu şiiri (https://www.youtube.com/watch?v=74cE6XnfFW0) : “Üst kat elinde tesbih ağlıyor babaannem / Orta kat mavs oynuyor annem ve aşıkları / Alt kat kızkardeşimin tamdam da çığlıkları” (…)

ASRÎ AİLE
Osman Yüksek Serdengeçti

Nazik, komilfo, kibar, elegan, janti, ince / Hatıra bu gelmez mi asrilik denilince

Dil, din farkı gözetmez; genç, ihtiyar her yaşta. / Asrilik şartı gelir bunlar için en başta.

Hepsi koket, hepsi şık, düzgün kıyafet kılık / Kadınları çaçaron, erkekleri kılıbık

Haftada dört beş gece gelirler bir araya / Kimi şebeğe dönmüş, kimi de maskaraya

Viski, kokteyl; likör; mezeler, bol sandöviç / A dö tabl bakara, frap, poker, bezik, briç

Şen müzik, divertisman kontuar eğlenceler / Sabah olurken biter, olan sonsuz geceler

Her gece birkaç yüz papeli sökülüşler / Ayrılırken el sıkıp kırılıp dökülüşler

Hakikati bilmeyen her halde gıpta eder / Ah ne yüksek yaşayış ne yüksek insanlar der

Asrilik ne demektir anlaması biraz zor / İç yüzünü öğrenmek istersen gel bana sor

Dikkatli bak görürsün ne kadar tersine iş / Uçuruma sürükler cemiyeti bu gidiş

Otuz yıldır gezerim muhiti adım adım / Her inkılâp devrinde bir terakki aradım

Yazık ki rastlamadım çok gayret ettimse de / Bizdeki asriliği görmedim hiç kimsede

Bir hasbihal edelim ben sana anlatayım. / Bu çok mühim yarayı deşeyim, kanatayım.

Biraz daha geçerse can evine girecek, / Asrilik denen afet bünyeni kemirecek.

O tertemiz varlığın çürüyüp kanayacak / Kangren olup çıban her yerini saracak

Asrilerde bulunmaz dostluk, vefa, müveddet / Yalandır, hep riyadır; samimiyet, muhabbet

İşit fakat inanma, o yıldızlı sözünü / Elinden gelse oyar birbirinin gözünü

Sahtedir, gösteriştir, hep o cicili şeyler /Candan dosttur sandığın, kalkar seni zemmeyler

Ne ahbaplık hissi var, ne hak ve hukuk tanır, / Ne kimseden sıkılır, ne Allah'tan utanır.

Erkek adı Don Kişot, kadında yok ar hayâ. / Nâmus, dinden bahseden burada kalır yaya.

Lükstür, tuvalettir onlarda ki her iman, / Mübalağa değildir bu saydıklarım inan.

Saç, kaş, kirpik, göz, dudak, yanak, hepsi denk / Altın rengi, tozpembe, beyaz, kızıl renk

Bu kadar rengi nasıl toplamış bir çehreye / Ressamlar hayret eder bayandaki çehreye

Etek diziden yukarı çıplak kol göğüs ense / Sokaktan geçenler göz atarlar bu gence

Kız saymaz anasını oğluna acımaz baba / Yüzleri kızarmadan en hoyratça en kaba

Tabirleri kullanıp küfredip söğerler / Karısı oğlu kızı sayın bayı döğerler

Hangisini sorarsan çekilmez bir gaile / Yalnız harice karşı ah ne kibar aile

Asrî olan kadına çalışmak da ne demek? / Ne ev işi, ne dikiş, ne çamaşır, ne yemek...

Bir düğme bile kopsa bayan dikemez onu, / Çamaşırcıyı bekler küflenir kızın donu.

El sürmez sıcak suya isteriktir tıkanır. / Mendil, yaka ne varsa aydan aya yıkanır.

Kazara aşçı gitse evde bir çorba pişmez. / Bu öyle bir iştir ki el ermez güç yetişmez.

Manikürü bozulur kadının eli kokar. / O pomatlı elini sulara nasıl sokar?

Yemek yoksa kime ne kıyamet kopsa bile / Asri kadın ahçılık eder mi bile bile

Onun kaygusu ancak eğlenmektir, şıklıktır. / O ev kadını değil, mosturalık şıllıktır.

Pudra, krem, esanslar hep düzine düzine, / Her tuvalette üç beş lira sürer yüzüne.

İsraf günahtır dersen katılır güle güle  / Binlerce lira verir birkaç metrelik tüle

Saçlar kuaför ister, pamuk eller manikür / Vücuda masaj lazım ayaklara pedikür

Lobonda sol dip köşe maksimde aynı masa / Park otelde rezerve yer tutmak büyük tasa

Uşak ahçı sofracı çift hizmetçi çift şöför / Baylara bayanlara manikürle kuaför

Moble lüks kübik apartman konforludur / Kadillaç arabalar uçar motor zorludur

Yüzlerce lira kostüm yüzlerce lira manto / Bayları da giymez yüzden aşağı palto

İster üçyüzer lira küçük bayan küçük bay / Sen insaf et de aylık masrafları üçbin say

Bu çılgın müridleri sakın zengin sanmayın / Akareti iradı var sözlerine kanmayın

Erkeğin yaptığı iş aldığı para belli / Ay başında ancak eline geçen yüz elli

Şu halde bütçeleri nasıl gelir başa baş / İlk önce ben de şaşdım birazcık sen de şaş

Bire yirmi açıklık bütçeyi nasıl kapar / Ne gibi bir hünerle bu işi yapar

Aklın varsa sokulma, kaç onlardan uzağa / Görünüşe aldırma tutulursun tuzağa

Asriliğe imrenir, bakarken sola sağa / Hali vakti yerinde kimseler düşer ağa

Üşüşürler başına, içki kumar boğarlar / Metelik kalmayınca, art kapıdan kovarlar

Asri denen kibarın dolabı böyle döner / Lakin öbür tarafta birçok ocaklar söner

Oğlan züppe, kız hoppa, ana sürtük, baba kaz / Bundan daha ahenkli bir aile olamaz

Baba kendi eliyle oğlunu takdim eder, / Ana randevuya kızıyla beraber gider.

Mahdum filâme, kerime hanım metres, / Ana sicilli kaltak, baba boynuzlu teres.

Namussuzluk damgası aileye vurulur / Fakat onlar asriyiz diye yine kurulur

Bir de girelim biz asri denen salona / Gözleri kamaştıran o yıldızlı baloya

Kulağını gözünü dikkatle aç gör dinle / Göz kulak misafiri olalım biz seninle

Biri yarı uzanmış sallıyor ayağını / Biri durmaz oynatır kolunu bacağını

Elde tesbih veya köstek fırıl fırıl çevirir / Biri reverans yapar çarpar stor devirir

Tebessüm bile değmez şeye kahkaha boğar / Dururken hiç sebepsiz somurtur surat asar

Mükaleme bayağı ne mevzu var ne esas / Biri Hindistan derken öbürü der Tunus Fas

Salon dili bilmece anlamaya imkân yok / Dinliyende feraset söyliyende izan yok

Jö vuzasör bayan amökr truvasan / Fakat cidden şödevr bayılır gören insan

Doğrusu bir san pareyi okazyon / Ön şoz entruvabl dolaşan çarşı Pazar

Ma şeri mabiyen eme ma bel metres şeri / Bon Kiki mal bel Şeri Bon Mimi isimler

Kiki’nin aslı Zeki, Feriha imiş Feri / Mimi Mediha demek var mı Türklük eseri?

Asriler işte böyle, yarı Türk yarı Frenk / Kadınlar çaçarondur, kozmopolittir erkek

Bunlardan gelen nesil, vatan millet tanır mı? / Müslümanlık kaygusu, Türklük duygusu var mı?

Asri kibar yaşamak onlara millet ve din / Vatanı isterse ya Türkiye yahut Çin

Muaşeret adabı ne demektir yok bilen / Boru gibi ses verip sümkürüp burun silen

Masayı kucaklayıp dirseğiyle abanan / Susmadan söylemeyi bir marifettir sanan

Çatal bıçak kaşığı beş parmağıyle tutan / Nadide yemekleri hep çiğnemeden yutan

Höpürterek içer kahvesini suyunu / Şapırtılı yemek yer değiştirmez huyunu

Ağzında lokma varken konuşur ağız açar / Etrafına peşref gibi balgam ve mikrop saçar

Kendi iğrenmez ama iğrendirir herkesi / Bütün salona hakim bayanın çatlak sesi

Müdahale edersen hemen alay ederler / Bu parvönü de kimdir nerden çıkmış derler

Asri kibar olmak yalnız onlara mahsus / Lahavle çek baş salla sakın dil uzatma sus

Şanslarına gelince büsbütün rezalettir / Söylemesi ayıptır çünkü bir fezahettir.

Dansta kadını öperler, sıkmak, sıkıştırmak hiç, / Her balodan kazanır memleket bir sürü piç

Göbekler perçin olmuş hava geçmez aradan! / Yola gelmez kadın, varsa sen haber ver paradan?

Çiftler kenetli gibi asılmışlar sımsıkı, / Dans eden kadın erkek konuşur sıkı fıkı.

İkisi de duş ister, buna derler asri dans, / Hiçbir külfeti yoktur, ne pey ister ne avans!

Kocasının yanında randevu verir hanım, / Cemiyet ortasında hitap; nonoşum, canım!

Asrilik böyle midir anlat bana çelebi? / Nerdeyse çakışırlar kadın erkek aleni.

Hayâ, namus kalmamış, rezalet dizboyunda, / Orospuluk, deyyusluk var onların soyunda.

Asriliğin manası edep, irfan demektir. / Bizdekine gelince düpedüz bok yemektir.”
---
Şimdi sırada Necip Fazılın “Muhasebe”sini okumada. Siz şu adresi tıklayın ve Necip Fazılın sesinden dinleyin bu şiiri (https://www.youtube.com/watch?v=74cE6XnfFW0) : “Üst kat elinde tesbih ağlıyor babaannem / Orta kat mavs oynuyor annem ve aşıkları / Alt kat kızkardeşimin tamdam da çığlıkları” (…)


Abdurrahman Dilipak
Abdurrahman Dilipak

YORUMLAR

  • 0 Yorum