'Hidrokarbon değil egemenlik meselesi'

Doğu Akdeniz’de sondaj ve doğal kaynakların kullanımıyla ilgili kriz tırmanıyor. KKTC Cumhurbaşkanı doğal kaynakların ortak bir komiteyle yönetilmesini teklif etti.

'Hidrokarbon değil egemenlik meselesi'
15 Temmuz 2019 - 10:29 - Güncelleme: 15 Temmuz 2019 - 21:04
Rum tarafının ne cevap vereceği merak ediliyor. Akdeniz Stratejik Araştırmalar Merkezi Genel Sekreteri Gökhan Güler’e göre mesele hidrokarbon değil, egemenlik meselesi... “AB, Rum tarafı lehine müdahil olmaya kalkarsa o zaman hukuken işgalci olur” diyen Güler, ABD’nin bekçiliği karşılığında enerji zenginliğinden büyük pay alacağını söylüyor.

ORTADOĞU’DAN BAĞIMSIZ DÜŞÜNMEMEK GEREKİR

ABD, İsrail, AB ülkeleri, Mısır, BAE, Suudi Arabistan... Hepsi bir olup Doğu Akdeniz’de karşımıza dikildi. Mesele doğalgaz merkezli mi, yoksa ‘daha’sı var mı?

Doğu Akdeniz Bölgesi’ni Ortadoğu’dan bağımsız olarak düşünmemek gerekir. Söz konusu ülkelerin Doğu Akdeniz’de karşımıza dikilmeleri öncelikle ortak bölgesel menfaatleri olduğunu gösteriyor ki, bu durum uluslararası hukuka uygun hareket ettikleri anlamına gelmiyor. BM Güvenlik Konseyi’nin son dönemde yetersiz kalması, uluslararası hukuku adil bir şekilde sağlayamaması, meydana gelen krizlere ve yaşanan trajedilere anında etkin biçimde müdahale edememesi nedeniyle dünya genelinde büyük bir kaos ortamı oluştu. Bu durum, Doğu Akdeniz merkezli yeni bir soğuk savaş sürecinin başladığı gibi bir algıyı da beraberinde getirdi. Uluslararası camia, oluşan kaos ortamının ortadan kaldırılması için bir şeyler yapmalıdır yoksa yarın çok geç olabilir.

Doğu Akdeniz genelinde 3.5 trilyon metreküp hidrokarbon rezervi bulunuyor, kıyamet kopartılacak kadar önemli bir miktar mı?

Dünyada bir yılda yaklaşık olarak 3.5 trilyon metreküp hidrokarbon tüketiliyor. Doğu Akdeniz’de var olduğu iddia edilen tüm rezervler çıkartılacak olsa ancak dünyanın bir yıllık hidrokarbon ihtiyacını karşılayabilir! Yani mesele hidrokarbon meselesinden daha önce egemenlik meselesidir. Rumlar 1960’ta kurulan ortak Kıbrıs Cumhuriyeti’ni nasıl 1963’te silah zoruyla gasp ederek üniter Rum devleti haline dönüştürmüşlerse, bugün de aynı şekilde gasp etmeye çalışıyor. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, en başından beri Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanı meselesini barış zemini ve uluslararası hukuk çerçevesinde çözmek için çaba gösteriyor. Kıbrıs müzakere süreci Crans Montana Zirvesi’nde Rumların katı ve uzlaşmaz tutumlarını sürdürmeleri üzerine sonlanmıştı. Sonrasında Türkiye ve KKTC’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve menfaatlerini savunmaya başlaması bazılarını son derece rahatsız etti. Rum tarafının hukuken tek taraflı olarak 2003’te Mısır, 2007’de Lübnan ve 2011’de de İsrail ile imzaladığı Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Sınırlama Anlaşmaları’nın geçerliliği ve bu anlaşmalar sonrasında parsellenen bölgeler Doğu Akdeniz’deki gerilimin temelini oluşturuyor.

Doğu Akdeniz’de kim, ne istiyor?

Rum Yönetimi, sözde Münhasır Ekonomik Bölgeleri’nin gaz arama ihalelerini özellikle Amerikan, Fransız ve İtalyan şirketlere vererek ABD ve AB ülkeleri ile Türkiye’yi karşı karşıya getirmeye çalıştı. BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre ada devletlerinin kendi istedikleri şekilde ve diğer sahildar devletlerin hak ve çıkarlarını dikkate almadan, MEB sınırlandırmasına gitmesi uluslararası hukuka aykırı. Adaların kıta sahanlıkları yoktur. Kara devletlerinin kıta sahanlıkları vardır. Burada egemenlik söz konusudur. Adalar sadece uzlaşmayla münhasır ekonomik bölge ilan edebilirler. MEB’lerde egemenlik alanı yoktur, ilan edilirken sınırların belirlenmesi için karşılıklı mutabakat sağlanmalıdır. Oysa Rum tarafı, Kıbrıs Türkleri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin hukukunu yok sayarak sözde MEB’ini ilan etti. Bunu uluslararası kamuoyuna kabullendirmek için önce konunun içerisine büyük uluslararası şirketleri soktu. Bu sayede söz konusu şirketlerin arkasındaki ABD, İtalya ve Fransa ile Türkiye’yi karşı karşıya getirecek bir oyun kurguladı. Ardından da İsrail ve Mısır’ı işin içine çekti. Sonuç itibarıyla BM Genel Kurulu’nun 1962 tarihli Doğal Kaynaklar Üzerinde Daimi Egemenlik Kararı’na göre, “Doğal kaynaklar o ülkede yaşayan halklara ve milletlere aittir” denilmekte ve devletlerden asla bahsedilmemektedir.

Güney Kıbrıs’ın parsellediği bloklarla Türkiye’nin kıta sahanlığı örtüşüyor mu?

Evet, sözde parsellediği blokların 1, 4, 5, 6 ve 7 numaralı kısımları Türkiye’nin kıta sahanlığı; 1, 2, 3, 8, 9, 12 ve 13 numaralı kısımlarıysa KKTC’nin deniz sınır alanlarıyla örtüşüyor. KKTC, kendi hükümranlık haklarını kullanarak 2011’de Türkiye’nin ulusal kuruluşu olan Türkiye Petrol Anonim Ortaklığı’na A, B, C, D, E, F, G diye 7 alan tanımlayarak ruhsat verdi. Bu bağlamda mevcut kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeleri dolayısıyla Doğu Akdeniz’de hukuken sahip olduğu alanlar yanında, bir de KKTC adına tüm adanın etrafında Türkiye Petrolleri aracılığıyla da hak ve söz sahibidir.

TÜRKİYE İLE PAZARLIK YAPMA AMACI

Meselenin bir de ekonomik boyutu var. Bölgeden çıkarılan hidrokarbonun ihracatı noktasında Türkiye’nin geçiş güzergâhının önemini anlatır mısınız? 

ABD, Doğu Akdeniz’de şu ana kadar AB ve Rum yönetimiyle hareket eder gibi görünüyor. Basına sızdırılan ABD’nin Doğu Akdeniz Strateji Planı’na göre, Doğu Akdeniz’den çıkarılacak hidrokarbon kaynaklarının Türkiye üzerinden TANAP boru hattıyla Avrupa’ya gideceği yazılıyor. Burada gözden kaçan bir konu var. ‘East-Med’ projesi haritada yok. Bu projenin gerçek olmadığını düşünüyorum. Projeyle sözde Güney Kıbrıs, İsrail ve Mısır gazı İtalya’yla birlikte Avrupa’ya taşınmak isteniyor. Başta 6 milyar dolara mal edileceği söylense de bu rakamın 25 milyar dolar olacağı öngörülüyor. Boru hattının denizin 3.3 km derinliğinde ve 2 bin kilometre olarak inşa edilmesi hedefleniyor. Fiziki olarak, güzergâh ve bölgedeki sınırlı rezerv miktarı bakımından ciddi riskler içermesi nedeniyle East-Med projesi rasyonel görünmüyor. Hatta İtalya’nın projeden çekildiği iddia ediliyor. East-Med projesi ve şu an yaşanmakta olan gergin sürecin temelinde Türkiye ile pazarlık yapma isteği olduğunu düşünüyorum. Örneğin Yunanistan East-Med projesi üzerinden blöf yaparak Türk Akımı projesinde yer almak istedi. Yine bu bağlamda ABD ve AB, gerek Ortadoğu gerekse Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarını kendi kontrolleri altına alarak en az maliyetle Türkiye üzerinde Avrupa’ya taşımak istiyor.

Hidrokarbon değil egemenlik meselesi

Akdeniz Stratejik Araştırmalar Merkezi Genel Sekreteri Gökhan Güler

TÜRKİYE PESCO’YA KARŞI ÖNLEM ALMALI

“Rum yönetimiyle Fransa’nın 15 Mayıs’ta imzaladığı anlaşma daha önceki garanti ve ittifak anlaşmalarının ihlali” denebilir mi?

Bu anlaşmayla Fransa, Güney Kıbrıs’ın Evangelos Florakis Deniz Üssü’nü kullanma hakkını elde etti. Burada Fransız Charles de Gauelle uçak gemisinin Türk askerinin karşısına dikilmesi hedeflenmektedir. Fransız donanmasının Kıbrıs adası çevresinde hidrokarbon araması yapan Total şirketine ait gemileri korumayı da özellikle taahhüt etmektedir. Fransız donanması acaba PESCO bayrağı mı takacak? Burada bir konuya özellikle dikkat çekmek isterim. Avrupa’nın (AB) yeni NATO’su olarak kabul edilen, ‘Daimi Yapısal İşbirliği Savunma Anlaşması’ 2017’de, AB üyesi 23 ülke tarafından imzalandı. Avrupa Konseyi üyelerinin yeterli oyunu alarak yasal zemine kavuşan PESCO’nun dayandığı temel yasal zemin, AB kurucu anlaşması olarak da bilinen Lizbon Antlaşması’nın 42. maddesi. 42’nci maddede savunma mekanizması öngörülüyor. Amaç operasyon yapabilecek uluslararası bir güce sahip olmak. Öncelikli hedefinin Yunanistan ve Rum Yönetimi’ni Ege ve Doğu Akdeniz’de her şekilde Türkiye ve KKTC’ye karşı desteklemek olduğu açıkça görülmektedir.  Türkiye ve KKTC, PESCO’ya karşı alınması gereken tüm tedbirleri ivedilikle almalıdır. 

AB HUKUKEN İŞGALCİ OLUR

Avrupa Birliği, Türkiye’yi yaptırım uygulamakla ve mali yardımı kesmekle tehdit ediyor...

AB, Doğu Akdeniz’de söz sahibi değildir. Eğer Rum tarafı lehine müdahil olmaya kalkarsa hukuken işgalci olur. 2004’te Rumları AB’ye üye alırken öyle anlaşılıyor ki hem kara, hem deniz hem de hava hatları konusunda söz sahibi olabilmeyi düşünerek böyle bir adım atmış... AB, adaya ait MEB’i kendi MEB’ine eklemeye çalışıyor. Bu yolla da hem Doğu Akdeniz’de hem de Ortadoğu’da söz sahibi olmaya çalışıyor. Akdeniz çanağında Cebelitarık’tan Süveyş’e akan güzergâhta Hint Okyanusu ile Atlas Okyanusu arasındaki en kestirme yol... Bu alanda yılda yaklaşık 220 bin sefer yaptığı biliniyor. AB’nin Türkiye’ye uygulayacağı iddia edilen yaptırım ve uygulama taslağına göre, Türkiye’yle havacılık anlaşması çalışmalarını ve üst düzey diyaloğu durduracak. Ayrıca kararın kabul edilmesi durumunda üyelik görüşmeleri sürecinde verdiği desteği 2020’de kesecek ve Avrupa Kalkınma Bankası’ndan verdiği borcu/krediyi gözden geçirmesi istenecek. Avrupa Birliği’nden gelen ‘yaptırım’ sinyallerini, Amerika’nın yaptırımlarıyla birlikte ele almak gerek.

ABD Senatosu’nun 1987’den beri Güney Kıbrıs’a uyguladığı silah ambargosunu kaldırma kararı da önemli...

Bunun yanı sıra Yunanistan’a askeri yardım ve eğitim için 5 milyon dolar, Güney Kıbrıs’a ise askeri eğitim için 2 milyon dolar mali destek kararı verdi. İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs arasında enerji işbirliğini kolaylaştırmak için ‘ABD-Doğu Akdeniz Enerji Merkezi’ kuruluyor. ABD, Doğu Akdeniz’de Yunanistan, İsrail ve Güney Kıbrıs ile ulusal güvenlik çıkarlarına uygun güçlü ve genişleyen bir ilişki ağı oluşturacak. Bu ülkelerin Doğu Akdeniz’de güvenliğini sağlamak için askeri ve siyasi destek verecek. Türkiye’ye karşı bu ülkelerin korunması görevini üstlenecek. Daha sonra da Avrupa Birliği ile sırt sırta vererek, Balkanlar üzerinden doğalgazı Avrupa’ya taşıyacak. ABD, bekçiliği karşılığında doğalgaz ve enerji zenginliklerden büyük pay alacak.

İpek Özbey

İpek Özbey





[email protected]

YORUMLAR

  • 0 Yorum