Köşe yazarlarının bugünkü gündemi ne yazdılar

Köşe yazarlarının bugünkü gündeminde yine MHP içindeki Genel Başkanlık yarışı ve Bahçeli'nin tutumu, Türkiye'nin en önemli davası Ergenekon hakkında verilen karar, MHP'li İhsanoğlu'nun Hanedanlık için önerdiği yasa teklifi ve Ensar Vakfı vardı..

Köşe yazarlarının bugünkü gündemi ne yazdılar
22 Nisan 2016 - 11:51 - Güncelleme: 22 Nisan 2016 - 11:59
Son Paralel / Ahmet Melik / Vahdet

Medyanın son paraleli Meral Akşener oldu. Bahçeli, bu dişli rakibini alt edemeyeceğini anlayınca  bütün başarısız politikacılar, bürokratlar gibi onu paralel ilan etti, medya da  bu iddianın üzerine atladı.

Ne yazık ki başkalarını suçlamak kimseyi kendi eylemlerinin sorumluluğundan kurtarmıyor. Toplum siyasetçileri başarılarına bakarak değerlendiriyor. Başarısızsanız istediğiniz kadar sağı solu suçlayın kendinizi ibra edemezsiniz.

Keşke Bahçeli rakiplerini suçlayacağına kendine nerede hata yaptım sorusunu  sorsaydı. Bugün paralel iddialarından medet umacak, yol arkadaşlarını suçlayacak duruma düşmezdi. İflah olmaz MHP düşmanlarının bugün arkasında saf bağlaması herhalde kendisi için yeterince aşağılayıcıdır.

Her şeye rağmen Bahçeli’nin yine de bir şansı vardı, o şansını da rakiplerine karşı  MHP düşmanı medyadan  aldığı desteklerle oluşturduğu ortak cephe ile yitirdi. Düne kadar işi gücü MHP’ye sövmek olan kimi gazetecilerin desteği  Bahçeli’ye olan güveni sarstı, tabanın gözünde şüpheli duruma düşmesine neden oldu.

Devlet tecezzi kabul etmeyen bir aygıttır. Ne içinde oluşan paralel oluşumlara, ne de dışında teşekkül eden Özerk yapılara cevaz vermez. Ancak bu tür yapıların üzerine gidilirken top yekün bir muhalefeti hedef almak hem tüm paralel iddialarını anlamsızlaştırır, hem de ülkeyi diktatörlüğe götürür. Muhalefetin olmadığı yerde demokrasi de yoktur. Kaldı ki devlet içinde devlet olmak sadece şu veya bu cemaate mahsus bir keyfiyet değil, örgütlenen, kitleleşen, büyüyen her toplum kümesine ait bir keyfiyettir. Dolayısıyla herhangi bir cemaate özgüllenemez. Bir parti, bir dernek, bir çete, bir  STK da pekala devlet içinde devlet olma amacı güdebilir. Bu tip yapılarla -suça bulaşanlarla-sınırlı olmak şartıyla mücadele şarttır. Cepheyi genişletmek bir çok haksız uygulamaya, adaletsizliğe, zan ve iftiranın hakikatin yerini almasına neden olabilir. Bu da bir sürü hoşnutsuz, mağdur, gadre uğramış insan demektir. Nitekim, o hale geldi ki neredeyse ülkenin yarısı  paralel ilan edildi. At izi it izine karıştı, paralel suçlamaları muhalefeti büyüten bir araca dönüştü.

Bahçeli’nin Meral Akşener’le ilgili söyledikleri de öyle. Muhtemelen paralel yargılamaları gündemde olmasa Bahçeli başka bir suçlamada bulunacaktı. Tıpkı geçmişte siyasi hasımlarına ajan, casus, provokatör, proje dediği gibi... Günümüzün öcüsü paralel olduğu için o da aynı iddiaya sığındı.

Bir parti liderinin koltuğunu korumak için mücadele etmesi anlaşılır bir şeydir, ama inandırıcılıktan uzak bir iddiaya sığınması, MHP’nin hasımlarını yanına alarak parti içi muhalefete savaş ilan etmesi kendisi açısından bir itibar kaybıdır. Keşke Sayın Bahçeli bugün koltuğunu korumak için gösterdiği çabanın milyonda birini dün Öcalan’ın asılması ve ülke menfaatleri için gösterebilseydi. Keşke koltuğu için gösterdiği gayreti iktidar olmak için gösterebilseydi. Milletin kendisine verdiği sorumluluğu çar çur etmeseydi. Bugün verilen her şehitte  çözüm süreci kadar Öcalan’ı affedenlerin sorumluluğu da vardır.

Bahçeli’nin Meral Akşener’le ilgili paralel iddiası hem bu paranoyanın hangi noktalara vardığını gösteriyor hem de nasıl rahatlıkla istismar edildiğini... Paralel iddiası korkak, başarısız, beceriksiz siyasetçilerin bir sığınağı olmamalı...



***

 

Ülkücü ahlâk ve Bahçeli / Veysel Ayhan / Yeni Hayat Gazetesi

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 7 Haziran 2015 Elazığ seçim mitinginde büyük bir öfkeyle şunları söylemişti: “Sayın Erdoğan şimdi kulaklarını aç ve Elazığ’dan bizi dinle. Artık iyice anlaşılıyor ki, sende şeref ve mertlik işportaya düşmüş, hurdaya çıkmış. Bilesin ki, bizim ispatlamamıza gerek yoktur. Yazık ki söylediğin ağır sözlerin de misliyle geri dönüyor, alnına kazınıyor. Ve şerefsizliğin kara bulutu başının üzerinden bir türlü ayrılmıyor. Kazdığın kuyuya yine kendin düşüyorsun. Ektiğin rüzgârı fırtına olarak biçiyorsun. Erdoğan, sen yakın tarihimizin en yanlış şahsiyetisin. Böyle birisinin cumhurbaşkanı olması yıkımdır, kayıptır, zulümdür, milli ve manevi depremdir. Erdoğan, aklıyla arasını açmış, klinik bir vaka haline gelmiştir. Çok yakında maskesi düşecektir. Ve günü geldiğinde ya kaçacak ya da adalete hesap verecektir.”

Bu sözlere Erdoğan’dan tek kelime bile cevap gelmedi. Uçan kuşa dava açan Erdoğan’ın avukatları bu ağır sözleri duymazdan geldi.

Her ne olduysa 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra oldu. Erdoğan hakkında bu korkunç sözleri söyleyen Bahçeli bir anda, her sıkıştığında Erdoğan’ı kurtaran bir can simidine dönüştü. Bu 180 derece dönüşün hikmetini belki bir gün öğreniriz. Bahçeli, önce MHP’yi diğer partilerden uzak tutarak dolaylı yoldan Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasını sağladı. Sonra aynı uzlaşmazlığıyla meclis başkanlığını AKP’ye teslim etti. Sonuçta MHP’li vekiller Bahçeli sayesinde AKP’li vekillerden hiçbir farklı adım atmadı. Böyle olunca MHP tabanı verdikleri oyların AKP’ye can suyu olduğunu fark edince partide kısmi kopuş yaşandı. 7 Haziran’da 80 milletvekili kazanan parti 1 Kasım’da ancak 40 milletvekili çıkarabildi ve yüzde 11’le baraj tehlikesi yaşamaya başladı. Normalde partisine bu çapta seçim hezimeti yaşatan bir lider istifa eder ve köşesine çekilir. Bahçeli, 2002 seçimlerindeki hezimet sonrası ‘başarısızlığın sorumlusu benim’ demiş, istifa etmiş, sonra partililerin ısrarıyla geri dönmüştü. Normal şartlarda benzer bir refleks gösterecek olan Bahçeli ne olduysa bir anda koltuğunu asla bırakmayan bir siyasetçiye dönüştü. Seçim zamanlarında mitinglere katılmaktan imtina eden, en kritik gelişmeleri bir basın açıklamasıyla veya tweet ile geçiştiren Bahçeli, koltuğuna zamklı bir Erdoğan klonu haline geldi. O da her mağlubun veya “loser”ın sığınağı olan “paralel”e sığındı. Geçen hafta suflörü Erdoğan’mış gibi şu sözleri söyledi: “Bizim, paralele teslim edecek bir partimiz yok… Bugüne kadar ne yaşamışsanız müstahaktır. Bunlar ABD’nin kuklası, İslamiyet’in yüz karalarıdır.”

İnternette dolaşan bir “embesil” bir ergen videosu var. “Neden böyle bir şey yaptı…” şeklindeki bir soruya, “Bilmiyom ama bunu yapan paralel yapıdır.” diye cevap veriyor. Bahçeli gibi akıllı ve zeki bir politikacı, kendi delegelerinin oylarıyla partinin kongreye gidişini nasıl paralele bağlıyor anlamak mümkün değil.

MHP’de olağanüstü kurultay 1220 delegenin beşte birinin talebi ile toplanıyor. Muhalifler 543 imza ile başvuru yaptı. 543 delege cemaat telkiniyle bir iş yapıyorsa Bahçeli cemaatin en has adamı demektir. Yok, bunlar cemaatle irtibatsız ise Bahçeli’ye muhalefetin cemaatle ne alakası var? Cemaate izafe edilen gazetelerde bugüne kadar tek bir Bahçeli muhalifinin manşeti çıkmadı. Partiyi karıştırmaya matuf tek bir haber yayımlanmadı. Benim bildiğim ülkücü ahlâkta hile-i şeriye ve ayak oyunları yoktur. Mertlik ve delikanlılık vardır. Sayın Bahçeli vakti zamanında bizzat seçtiği delegelerin katılacağı bir kongreye katılmaktan ürker hale gelmişse problemi; cemaatte değil, en yakın çalışma arkadaşlarına dahi izah edemeyeceği politik kararlarında araması gerekir. Attığı adımları alkışlayan yegâne zümrenin MHP tribününde değil AKP tribününde olması kendisini uyarmak için yeterliydi aslında ama…

Devlet Bey, başından beri üslubuyla ve devlet adamı ciddiyetiyle temayüz etmiş bir siyasetçiydi. Daha geçen yıl cemaat hakkında şu sözleri söylemişti: “Fethullah Gülen Cemaati ile biz her zaman mesafeli olmuşuzdur. Onlar da bizi fazla sevemediler… Diğer cemaatler için de var, tarikatlar için de var. Hepsine saygı duyuyoruz. Ama Fethullah Gülen Hoca ile ben hiç karşılaşmadım. Birbirimize karşı hiçbir cümle sarf etmedik.’’

Bunları söyleyen Bahçeli ne oldu da bir anda Erdoğan klonu haline geldi? Bu atf-ı cürm ahlâkı Bahçeli’nin karakterine; Kasımpaşa kumaşı ise bedenine hiç ama hiç yakışmıyor.

 

***



Ergenekon / Yılmaz Özdil / Sözcü



Silivri’ye Beşiktaş’tan gelen bir avukat 90 kilometre gitti, 90 kilometre döndü. Anadolu yakasından, mesela Pendik’ten gelen bir avukat 135 kilometre gitti, 135 kilometre döndü. Beş sene.



Ekvatordan dolanırsan, dünyanın çevresi 40 bin kilometre… 800 duruşma yapıldı. Ergenekon davasının avukatları, en az birer defa dünyanın çevresinde tur atmış oldu.



Avukatların duruşma salonuna bisküvi sokması bile yasaktı. Cezaevi kantini saat 17’de kapanıyordu. Duruşmalar gece 24’e kadar devam ediyordu. En yakın büfe sekiz kilometre uzaktaydı. Kan şekerleri düştü, bayılanlar oldu ama, maalesef geberemedi şu avukatlar!



Duruşma salonundaki tuvaletin tek kapısı vardı. Kadın-erkek tuvaleti bitişikti. Kadın avukatlar, erkeklerle yan yana ihtiyaç gidermek zorunda kaldı. Kadın avukatlar kasten bu insanlık dışı muameleye maruz bırakılırken, bademler sırıtıyordu.



Haftada dört gün duruşma yapıldı, her duruşma 14-15 saat sürüyordu, içeriye telefon sokmak yasaktı. Avukatlar telefonlarını emanete bırakıp, öyle giriyordu. Bu arada bir başka müvekkilin başı sıkışsa, telefon etse, avukatına ulaşamıyordu. 50 defa arayıp avukatına ulaşamayan müvekkil vardı. Netice? Bazı avukatlar kendini feda etti, öbür müvekkillerini bırakıp, hayatını bu davaya adadı.



Yandaş medya, Ergenekon davasının avukatlarına “vebalı” muamelesi yaptı. Ergenekon davasının avukatlarına da Ergenekoncu, darbeci, faşist, ırkçı yaftası yapıştırıldı. Kurumlar-şirketler korktu, avukatlarının Ergenekon avukatı olup olmadığını kontrol etmeye başladı, sanki suçlularmış gibi, avukatların sözleşmeleri feshedildi.



Duruşma salonuyla mahkemesi arasında 85 kilometre mesafe vardı. Duruşma salonuyla mahkemesi birbirine bu kadar uzak olan, dünya hukuk tarihinde örneği olmayan, ilk ve tek davaydı.



Mahkeme heyeti, sanıkları tarafından 328 defa reddedildi. Böyle bir mahkeme heyeti, dünya hukuk tarihinde ne görüldü, ne duyuldu.



İddianamesi 18 bin sayfa, celse zabıtları 40 bin sayfa, ek klasörleri 120 milyon sayfaydı. Dünya hukuk tarihi rekoruydu.



Lider kadrosu 70 yaşında, lideri 75 yaşında olan, dünyanın ilk ve tek örgütüydü.



Dünya hukuk tarihinde, bir kadının erkek cezaevinde tutuklu yargılandığı, ilk

ve tek davaydı.



Turşu tarifi delil kabul edildi. Temel Reis, Garfield, Kırmızı Başlıklı Kız şüpheli şahıs oldu. Mozart albümüne, Zeki Müren kasetlerine el konuldu. Süs eşyasına el bombası dediler, el bombası değil süs eşyası olduğunun kanıtlanması iki sene aldı. Yazmayayım diyorum ama… Delirenler oldu. Elini ahize gibi tutarak, hücresinde saatlerce hayali telefon görüşmeleri yapanlar vardı. 1873 yapımı, Avusturya Macaristan İmparatorluğu dönemine ait antika tüfeğe, suikast silahı denildi. 1939 model 77 senelik tabancanın, rakamları değiştirildi, 1993 model yapıldı. Profesör Mehmet haberal’ın süt ve yoğurt broşörü delil dosyasına konuldu. Tutukluluğa itiraz eden hakimler görevden alındı. Tahliye kararı veren hakimler, yandaş medyada linç edildi. Örgüte helikopter alacağını söyleyen, o kadar zengin olduğunu söyleyen, ama, kontorü bittiği için mesaj atamayan dolandırıcı, tanık yapıldı. Sekiz ayrı tecavüz davası olan sapık, tanık yapıldı. Gasptan, hırsızlıktan sabıkası olan, cinayetten hükümlü katil, tanık yapıldı. 191 saldırı ve 283 kişinin ölümünden sorumlu tutularak, müebbete mahkum edilmiş tescilli terörist, tanık yapıldı. Eşcinsel olduğu için askerlikten muaf tutulan, dolandırıcılıktan sabıkası bulunan, kipa takıp zülüf uzatan sahtekar, Ergenekon hahamı diye TRT’ye çıkarıldı. İddianame TRT spikerleri tarafından okundu. Atatürk rozeti takan Alman teknik direktör Christoph Daum’un Ergenekoncu olduğu iddia edildi. Hasan Tahsin diye bir gazetecinin var olmadığı, Menemen’de Kubilay’ın kafasını kesenlerin Ergenekoncu olduğu öne sürüldü.



Dünya basın tarihinde 2.5 milyondan fazla habere konu olan ilk ve tek davaydı.



Yandaş medyada Türk Silahlı Kuvvetleri için “rezil, kalleş, tecavüzcü, salak, iğrenç, katil, cani, kafatasçı, namussuz, vicdansız, millet düşmanı, lekeli, utanmaz, onursuz, sefil, köle tüccarı, beyinsiz, korkak, mezhep kışkırtıcısı, mafya, gırtlağına kadar çamura batmış, dinsiz, Yunan ordusu gibi, Sırp katillerinden farksız” diye yazıldı.



Ergenekoncuların aslında Agarta diye bir tarikata mensup oldukları, bu tarikatı kuranların milattan önce dokuz bin senesinde Atlas Okyanusu’nda batan Atlantis kentinden karaya çıktıkları, Asya’ya gelip, Tiyenşan dağlarının mağaralarına yerleştikleri yazıldı.



Dünya hukuk tarihinde… Genelkurmay başkanının, yargıtay cumhuriyet başsavcısının, adalet bakanının, milletvekilinin, belediye başkanının, hakim, savcı, avukat, subay, astsubay, polis, mitçi, rektör, profesör, gazeteci, sendikacı, işadamı, siyasi parti genel başkanlarının komple terörist olarak yargılandığı ilk ve tek davaydı.



Bunların hepsi, hepimizin gözünün önünde oldu.



İstisnaları tenzih ederim…

Sayın medyamız dünya tarihinin gelmiş geçmiş en haysiyetsiz medyası olduğunu kanıtladı. Silahlı kuvvetler, yalaka kuvvetleri oldu, kendi silah arkadaşlarını sattı. Polis teşkilatı, kendi devletine, kendi milletine kumpas kurdu. Üniversiteler, özellikle hukuk fakülteleri, utanç verici derecede sessiz kaldı. Sanat camiamız üç maymunu oynadı, saray soytarılığı yaptı. İş dünyası desen, aman bana dokunmasınlar diye, pensilvanyanın elini, padişahın kıçını öptü.



Sadece barolarımız omurgalı durdu.



Türkiye tarihinin yüzkarası döneminde… Hukuk devletine, demokrasiye, evrensel ilkelere, meslek ahlakına, onurlarına sahip çıkan, direnen, toplu halde tavır koyan “tek meslek grubu” oldular.



Hani hep “Ankara’da hakimler var” filan denir ya… Bana göre artık o lafın doğrusu “Türkiye’de avukatlar var” olmalıdır.

 

***



Duydunuz mu Kuddusi bey Ergenekon diye bir şey yokmuş / Ertuğrul Özkök / Hürriyet



KUDDUSİ Okkır...

‘Yeni Türkiye’nin manşetlerinde ve dava dosyalarında onun lakabı “Ergenekon’un kasasıydı”...

6 Temmuz 2009 günü, çocuk kadar kalmış bedeninin içinde bu dünyaya veda etti...

Bünyesi, kanayan gurur yarasına dayanamamıştı.

Emekli Albay Abdülkerim Kırca...

‘Yeni Türkiye’nin manşetlerinde ve dava dosyalarında onun lakabı “Ergenekon tetikçisiydi”...

19 Ocak 2009 günü, beylik silahını başına dayadı ve bu dünyaya veda etti.

Gururuna yedirememişti.

Deniz Yarbay Ali Tatar...

‘Yeni Türkiye’nin manşetlerinde ve dava dosyalarında onun lakabı “Silahlı Terör örgütü üyesiydi”...

19 Ocak 2009 günü beylik tabancasını başına dayadı ve tetiği çekti.

Gururuna yedirememişti.

Deniz Kurmay Albay Berk Erden...

‘Yeni Türkiye’nin manşetlerinde ve dava dosyalarında onun lakabı “Ergenekoncuydu”...

Ahlaksız iftiralarla canından bezdirilmişti.

7 Şubat 2010 günü beylik tabancasını başına dayadı ve tetiği çekti.

Gururuna yedirememişti.

Prof. Türkan Saylan... İlhan Selçuk... Kaşif Kozinoğlu, Prof. Uçkun Geray ve daha niceleri...

‘Yeni Türkiye’nin manşetlerinde ve dava dosyalarında onların lakapları “Ergenekoncuydu”, “Darbeciydi”, “Silahlı terör örgütü üyesiydi”...

Manşetlerden iftiraya uğradılar. Kimi hayatını kaybetti, kimi sağlığını.

Hayatlarını kaybetmeyenler işlerini, yıllarını kaybetti.

Bazılarının hayatından bir enkaz kaldı geriye...

Bu zulmü yapanlar ise polisiyle, savcısıyla, hâkimiyle, bürokratıyla, polisiyle, gazetecisiyle aynı yağmurun altında yürüyorlar, aynı yağmurlarda ıslanıyorlardı.

Yargıtay dün karar verdi.

Ergenekon diye bir örgüt yokmuş...

O zulüm taburlarının fertlerinin el ele, omuz omuza altında yürüdükleri şey yağmur değilmiş...

Kapkara bir iftira çamurunun altında yürüyorlarmış, el ele...

Hepsi iğrenç, insanlık dışı bir kumpasın neferleri, emir erleriymiş....



***



HANEDAN'A MAAŞ / Alican Değer / Yenibirlik

Yazıya bir kaç değişik giriş yapıp sildim. Derdimi tam anlatamadığımı düşündüm. Sonra hiç girizgaha gerek kalmadan doğrudan “Dalayım” dedim. Durum şu, iki MHP milletvekili bir yasa önerisi getirmişler ve Osmanlı Hanedanı mensuplarına 10 bin liraya kadar maaş bağlanmasını, çocuklarına burs verilmesini, sağlık ve cenaze masraflarının karşılanmasını istemişler. Doğumdan kazanılmış haklar var mı? Evet, insan hakları vs. Pekiyi doğum kazanılmış, sizi başka insanlardan üstün tutan haklar var mı? Eğer monarşide yaşamıyorsanız yok.

İşte durumumuz bu.

Yasa teklifine göre bazı hanedan mensupları geçim sıkıntısı çekiyormuş. Teklifte Türkiye veya başka ülkelerdeki hanedan mensuplarının kimler olduğunu tespit etmek üzere bir komisyon kurulması; komisyonun olası suistimallere karşı işlemleri, hanedan torunlarının takibini yapan “hanedan reisi” ile yürütmesi öneriliyor.

Kim bu hanedan mensupları?

Osmanlı Hanedanı mensuplarından halen 77 kişinin hayatta olduğu biliniyor. 25 şehzade, 16 sultan, 23 sultanzade ve 13 de hanım sultan olmak üzere 77 kişi; Türkiye, Mısır, Ürdün, Lübnan, Suriye, ABD, İngiltere, Fransa, İsveç ve İspanya gibi dünyanın farklı ülkelerinde yaşamlarını sürdürüyor. Yasa önerisinde kurulacak komisyona önderlik etmesi önerilen “Hanedan Reisi” ise en yaşlı ve en kıdemli erkek üye Şehzade Osman Bayezid Osmanoğlu, New York’da yaşıyor. 1924 doğumlu Osmanoğlu, sürgünde doğan ilk hanedan çocuğu. Osmanoğlu, ABD Silahlı Kuvvetleri’nde subay olarak görev yapmış. New York’ta çalıştığı kütüphaneden emekli olan şehzade, 23 Eylül 2009’da Ertuğrul Osman Efendi’nin ölümünden sonra hanedan reisi ünvanını almış.

Şimdi sıkı durun.

Teklifi yapan MHP milletvekillerinin isimlerine geldi sıra. Biri Mustafa Kalaycı. Diğeri ise CHP ile MHP’nin ortak Cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu. Herhalde, Kılıçdaroğlu’nun deyimiyle “Seve seve” İhsanoğlu’na oy veren CHP’liler, hop oturup hop kalkıyorlardır. Benin düşüncem ise, soydan geldiği varsayılan hiç bir kazanılmamış hakkın olmaması gerektiği. Hanedan mensuplarının bizlerin sahip olduğu tüm hakları almaları gerektiği. Ama bir parmak fazlasını değil. Böylesi günlerde tekrar bir hanedan tartışması açmanın da pek anlamlı olmadığı. Hele Türkiye’nin ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı olmak için aday olan İhsanoğlu’nun (Benim bildiğim) ilk yasa teklifinin bu olması da… Ne biliyim başta da dediğim gibi bir türlü  “Toparlayamıyorum”

 

***



Bir yalan daha ellerinde patladı / Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet



GEÇTİĞİMİZ yılın Şubat ayının 20'sinde dehşet verici bir gazete manşeti ile uyandık.

Akşam gazetesinin manşetinde “Sümeyye Erdoğan’a suikast” yazıyordu. Aynı haber grubun bir diğer gazetesi Güneş’in ve ayrıca Star’ın da manşetindeydi.

Manşetin insana verdiği dehşet duygusu, haberi okuyunca yerini bir gülme krizine bırakıyordu ama.

Habere göre Fethullah Gülen, Sümeyye Erdoğan’ın öldürülmesine karar vermişti ve bu ölüm emri “fuatavni” olduğu iddia edilen Emre Uslu tarafından, CHP’li Umut Oran’a Twitter’dan iletilmişti.

Niye Umut Oran’a bu haber iletiliyordu, orası karışıktı.

Ama zaten söz konusu tweet’lerin de fazla harf karakteri içerdiği daha ilk okumada bile anlaşılıyordu.

Haberi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da ciddiye almış, o günkü konuşmasında “yola kefenini giyerek çıktığını” özellikle vurgulamıştı.

“Sümeyye Erdoğan’a suikast” haberinin masa başında uydurulmuş bir yalan olduğu olayı izleyen günlerde ortaya çıktı.

Polisin soruşturma dosyasına koyulacak gazetelerde yayınlanan o uydurma haberden başka bir “delil” girememişti.

Umut Oran da Twitter’dan kendisine böyle bir mesaj gelmediğine ilişkin kanıtları ortaya koyunca, yalancının mumu yatsıya kadar bile yanamadı.

Tıpkı Kabataş’ta üstleri çıplak, deri pantolonlu, elleri eldivenli, başlarında bandanalar olan 50–60 erkeğin bir kadını taciz edip, üzerine işedikleri yalanı gibi, siyasi amaçlarla uydurulmuş bir yalandı bu da.

Ve Umut Oran’ın açtığı dava geçen gün sonuçlandı, söz konusu gazetelerin sorumluları ve haberi uyduranlar tazminat ödemeye mahkûm edildiler.

Böylece yandaş medyanın yalanlar klasörüne bir dosya daha eklenmiş oldu.

“Utanıp özür dileyecekler mi” diye soracak olursanız, hiç sanmam.

Utanma duygularını kaybedeli çok zaman oldu çünkü.



***



Ben, bu kanuna karşıyım! / Murat Bardahçı / Habertürk



MHP Milletvekilleri Ekmeleddin İhsanoğlu ile Mustafa Kalaycı, Osmanlı Hanedanı’nın maddî ihtiyaç içerisinde bulunan mensuplarına müracaatları halinde aylık bağlanması için sekiz maddelik bir kanun teklifi hazırladılar.

Teklif konusunda iki gündür TV’lerde ve internet sitelerinde dünya kadar haber ve yorum yeraldığı için maddelerinin ayrıntılarına girmeyecek ve kendi fikrimi söylemekle yetineceğim... Önce affınıza sığınarak kısaca hatırlatayım: Osmanoğulları’nı yakından tanımış, hanedan mensuplarının 1924’teki sürgünden sonraki hayatları konusunda otuz küsur seneden buyana çok sayıda yayın yapmış, aileyi ve son padişah Sultan Vahideddin’i konu alan kitaplar çıkartmış bir gazeteciyim ve “hanedan” ile “Osmanlı” modasının Türkiye’de başlatıcılarından olduğum söylenir...

Ama, bu konularda senelerden buyana çalışmış olmama rağmen, böyle bir kanuna karşıyım. Karşı olmamın temel sebebi de, teklifin yasalaşması hâlinde “imtiyazlı” bir zümrenin ortaya çıkacak olması!

 

***

 

Aile Bakanı, Ensar Yurdu’nda biraz kalsın… / Bekir Coşkun / Sözcü

Ensar Vakfı kapatılsın diyorsunuz ama…

Deniz Feneri gibi mi?…



Alman Frankfurt Mahkemesi’nde Deniz Feneri e.V davası 2008 Eylül’ünde bitti…

Yargıç 20 binden fazla insanın dolandırıldığına,

41 milyon Euro bağış toplandığına, bu paradan

17 milyon Euro’nun Türkiye’ye gittiğine, 8 milyon Euro’nun Türkiye’deki Deniz Feneri’ne verildiğine, geri kalanının da malum yerlere ulaştığına karar verdi…



Sıra geldi Türkiye ayağına…

Dosya bir türlü Almanya’dan Ankara’ya gelemedi…

Üç yıl geçti aradan, dosya iki kez kayboldu, bir kez Van’a gitti, bir kez iki tur attı Türkiye’de geri döndü…

Sonunda baktılar postacıya ayıp oluyor, Ankara Cumhuriyet Savcılığı soruşturma başlattı Deniz Feneri’nin yedi yöneticisi tutuklandı…

Ancak ölümü göze alarak soruşturmayı başlatan üç savcı da bir gece görevlerinden alındılar…

İlk mahkeme yetkisizlik kararı verdi, dosyayı başka bir mahkemeye gönderdi…

O mahkemede sanıklar beraat etti…

Deniz Feneri’ne ayıp olmuştu, devletin onlara tazminat olarak para vermesine, avukat masrafı olarak da üçer bin lira ödenmesine karar verildi…

Birer takım elbise eksikti…



Bir gün Türkiye baktı ki Deniz Feneri davasının baş sanığı Zahid Akman Cumhurbaşkanı’nın uçağında…

Sağına oturtmuş, Güney Amerika’ya gezmeye gidiyorlar…

Bunda gizli saklı bir şey var mı?..



Şimdi “Ensar Vakfı yurtları kapatılsın” diyorsunuz ama…

Mahkeme bir kişiyi acele mahkum edip dosyayı kapatarak vakfı kurtardığına göre, güvenli yerler olmasını kanıtlamak bakımından Aile Bakanı hanım kardeşimiz bir süre orada kalsa…



Ayrıca millet de memnun!…



Paralarını dolandırdılar, yetmedi…

Çocuklara tecavüz ettiler, tınmadı…

“Göbeğini kaşıyan adam” deyince kızıyorlar…



***



Ensar'a dair: Ne dedim, ne diyorum, ne diyeceğim / Ahmet Hakan / Hürriyet



"TECAVÜZCÜ Ensar" denmesine...

Ensar’a bulaşan herkesin “tecavüzcü” ilan edilmesine... Hatta bırakın Ensar’ı... Kuran kursuna, imam hatip yurduna falan bulaşan herkesin “tecavüzcü” ilan edilmesine... Böyle bir olayın siyaseten hasım sayılanların sıkıştırılması maksadıyla kullanılmasına...

Karşı çıktım, karşı çıkıyorum, karşı çıkacağım.

Devleti yönetenlerin çocuklardan önce Ensar’ı düşünmesine... Bakan Hanım’ın çocuklardan ziyade Ensar üzerine titremesine... İslami kesimin böyle bir olay karşısında yeterince infiale kapılmamasına... İslami kesim içinde güçlü bir sorgulama mekanizmasının çalıştırılmamasına...

Karşı çıktım, karşı çıkıyorum, karşı çıkacağım.

Sapığın 5 yüz küsur yıl ceza almasıyla meselenin kapatılmasına... Ensar’ın bu işteki eksikliklerinin ve sorumluluklarının zerre kadar sorun yapılmamasına... Yasadışı evlere ses edilmemesine... Devletin valisinin ve Milli Eğitim müdürünün alenen yalan söylemesinin unutturulmasına...

Karşı çıktım, karşı çıkıyorum, karşı çıkacağım.

Mahkemenin sapığa verdiği cezayla yetinilmesine... Olayda kusuru ve ihmali bulunanların en küçük bir soruşturma konusu dahi yapılmamasına... Denetleme makamında bulunanların, yasadışı evlere karşı gösterdikleri toleransın mesele yapılmamasına...

Karşı çıktım, karşı çıkıyorum, karşı çıkacağım.

 

***



Şampiyonluk maçı / Ali Gültiken / Habertürk



Ligin bitimine 5 hafta kaldı. Ancak Beşiktaş için şampiyonluk kupasını kaldırması için önümüzdeki 4 haftada alacağı galibiyetler yeterli... Bu 4 maçın hepsi birbirinden önemli olsa da şampiyonluğu belirleyecek maç Akhisar Belediye karşılaşması olacak. Beşiktaş, Akhisar maçından galibiyet aldığı takdirde büyük bir oranda şampiyonluk ipini göğüslemiş olacak. Bundan sonra kalacak 3 maçın 2’sinin kendi evinde oynanacak olması, rakipleri zorlu da olsa Beşiktaş’a büyük bir avantaj sağlayacak. Bu yüzden hem takım, hem de Beşiktaş taraftarı bunun farkında... Bu maçın Beşiktaş’ı nereye taşıyacağını çok iyi biliyorlar. Tribündeki yer sayısı belirli olsa da Beşiktaş taraftarı deplasmandaki bu maça akın ediyor. Alınacak galibiyetin Beşiktaş’a getirilerinin yanı sıra rakibi F.Bahçe’ye yapacağı etkinin de herkes farkında... Maç sayısı eksildikçe korunan puan farkı F.Bahçe’yi de direnç olarak bozacaktır.

Son 20 yılın istatistiklerinde, kalan 5 haftaya 5 puan farkla giren her takım şampiyon olmuş. Bugün Beşiktaş elindeki bu avantajın farkında... Çok iyi biliyor ki rakibi kolay bir takım değil. Son sezonlarda karşılaştığı birçok maçta kendisine zorluk çıkardı. Bunların bir daha tekrar etmemesi ve herhangi bir puan kaybına sebebiyet vermemesi adına, Şenol Hoca’dan kulübedeki en son adama kadar herkes bunu büyük bir motivasyonla yaşıyor. Bu kadar büyük bir emeğin, iyi oyunun, güzel performansların karşılığını almak istiyorlar. Beşiktaş bunu bu sezon hak etti. Geldiği noktadan geriye dönüş olmadığını da çok iyi biliyorlar. Hedefe bu kadar yaklaşan Beşiktaş’ın bu maçtan, bu ‘şampiyonluk’ maçından başarıyla döneceğine ben de inanıyorum.

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum