GÜNÜN YAZISI

GÜNÜN YAZISI

[email protected]

Yasama, yürütme ve yargı mensublarına

31 Temmuz 2025 - 12:08

Abdurrahman Dilipak Defalarca yazdım yine yazacağım. Biliyorum, “söylesem de bir söylemesem de”. Birilerinin gözleri var görmüyorlar, kulakları var duymuyorlar, kalpleri var hissetmiyorlar. Korkarım o birilerinin kalpleri mühürlenmiş olabilir. Hem değil mi ki, görmek istemeyenden daha kör, duymak istemeyenden daha sağır kim olabilir. (Yasin 10)’da bize haber verilmedi mi? "Onları uyarsan da uyarmasan da birdir, inanmazlar. (…) Küfre saplananlara gelince, onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar. " (Bakara 6). Hz. Nuh kaç yıl söyledi iman ettiler mi, ya da Hz. Lut. Hz. Yunus’un kavmi son gün iman edenlerdendi. Hiç kimse bu dünyada olup-bitenleri görmezden, duymazdan bilmezden gelme hakkına sahip değildir. Bu dünyada yaptıklarınızın ve yapmanız gerekirken yapmadıklarınızı, söylediklerinizin ve söylemeniz gerekirken söylemediklerinizin hesabının sorulacağı bir gün var.

 

Sonuçta bu dünyada yapıp yapmadıklarımızla, söyleyip söylemediklerimizle, sonuçta ya kendi cennetimize sırtımızda tuğla, ya da kendi cehennemimize sırtımızda odun taşıyacağız.

YASAMA ERK’İNE! Önünü-sonunu bilmediğiniz bir konuda, size söylendiği gibi bir tercihte bulunarak yasa çıkartıyorsanız vay halinize. Doğru da yapsanız ondan size bir hayır yoktur. Çünkü siz sadece size söyleneni yaptınız. Yaptığınız iş yanlışsa, o zaman daha da kötü. Amirlerinizin sebeb olan suça siz de iştirak etmiş olursunuz. Masiyette itaat yoktur.

Bakınız: (Tevbe 31) “Yasa koymak” eğer Hakkı koruyan bir Hukukun tesisi anlamına bir şey değilse, topluma Hukuka karşı bir yasa dayatmak anlamına gelir ki, Hukuka uygun olmayan yasa suç aletidir. O suçun sebeb olduğu ne kadar acı varsa, o toplam acı, bu dünyada ya da ahirette onlar arasında taksim edilecek ve misli ile ödetilecektir. Bu konuda, bu ayetin nüzulünden sonra Hatem ibni Adiy’in resulullah’a sorusu üzerine, aldığı cevaba bakarsanız ne dediğimi daha iyi anlarsınız. Dikkat edin, el kaldırıp indirmekle, dünyanızı ve ahiretinizi perişan etmeyin.

YÜRÜTME ERK’İNE! Yöneticiler ve onların emrindeki icracılar, yani memurlar/bürokratlar. Ayağınızı denk alın ve sakın, dünya malına, makamına, parasına ve şöhretine kanıp cehennem çukuruna yuvarlanmayın. Unutmayın, Firavun’un da, Nemrud’un da, Hitler’in, Musolini’nin, Stalin’in de devleti, anayasası, yasaları, yargıçları vardı. Bugün de Gazze’de olanları görüyorsunuz. Netenyahu’nun da devleti, anayasa ve yasaları, yargıçları var. Bunlar Allah’ın gazabını azaltmaz, durdurmaz, ama artırır.

Hz. İbrahim’den Hz. İsa’ya 1000 yıl peygamberlerle krallar savaştı. Ne kutsal bir devlet var, ne kutsal bir millet.. İnsanların çoğu değil, tamamı hüsrandadır, istisna olarak, iman edenler, ameli sahih olanlar, Hakkı gözeten ve sabredenlerle Hakkı ve sabrı tavsiye edenler sayılır. Kim ki, misgale zerretin hayır ya da şer yapmışsa onun karşılığını göreceği bir gün var. İşi ehline ve liyakat sahibine veriyor musunuz, rüşvet alıyor, ya da torpil yapıyor musunuz. Sınav sonuçlarını yakınlarınıza veriyor musunuz, ihaleye fesat karıştırıyor musunuz, kamu kaynaklarını israf ediyor musunuz? Fuzuli, daha Kanuni döneminde “Selam verdim, rüşvet değildur deyu almadılar” diyor. Sadi “Bostan”ında “Bir hırsız bir bağdan bir bostan çalar, rüşvet alan bir bostan karşılığı bir bağı satar” diyor.

Yürütme erkinde görev yapanlar, halka ait gerçekleri halktan saklıyorlar mı? Paranın değeri ile oynuyorlar mı. Halka yalan söylüyorlar mı? Mal, can, namus, akıl, inanç ve nesil emniyetinin ve fıtratın korunması konusunda görevlerini yapıyorlar mı? Adalet ve güvenliğin tesisi konusunda hassasiyet gösteriyorlar mı? Eğer bunlara dikkat etmiyorlarsa, onlar Allah’ın o halka cezasıdır. Bir yönetim devleti ele geçirip halka zulmediyorsa, ondan daha büyük bir zalim yoktur. Halkın kaynaklarını, imkanlarını kullanarak halka zulmediyorlarsa, onlar İns’in Şeytanlarına dönüşme potansiyeline sahip sapkınlardır. Bir yandan zulmederken, bunlar bir yandan, din, tarih, gelenek ve gelecek tasavvuru üzerinden halkı kandırmak için inkârdan öte, münafıkça işlerin peşinde koşabilirler.

YARGI. Nisa 135﴿ “Ey iman edenler! Kendinizin veya anne babanızın ve akrabanızın aleyhine bile olsa adaleti ayakta tutun, Allah için şahitlik eden kimseler olun. (İnsanlar) zengin olsunlar, yoksul olsunlar Allah onlara sizden daha yakındır. Öyleyse siz hislerinize uyup adaletten ayrılmayın. Eğer adaletten sapar veya üzerinize düşeni yapmaktan geri durursanız bilin ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır”. (Maide 8) “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan ve adâletle şâhitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz öfke, sakın sizi adaletsiz davranmaya sevk etmesin! Adâletli olun; takvâya en uygunu, en yakışanı budur. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır”. (Sad 26) “Ey Dâvûd! Biz seni yeryüzünde halîfe yaptık. Öyleyse sen de insanlar arasında hak ve adâletle hükmet. Nefsinin arzu ve temayüllerine uyma ki, bunlar seni Allah’ın yolundan saptırmasın. Allah yolundan sapanlara gelince, hesap gününü unutmaları sebebiyle, onlara pek şiddetli bir azap vardır”. “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana...” İddianame hazırlayan savcılar ya da karar veren hakimler, bu işi yaparken, din günü için, kararlarındaki adalet ölçüsüne göre lehlerinde ya da aleyhlerinde olacak şekilde kendi haklarındaki kararın gerekçesini yazdırdıklarının farkındalar mı?

MEDİA Hakkın ve halkın gören gözü işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olacaktık hani. Yaşadığımız zamana, mekana, kişilere ve olaylara karşı adil şahidler olacaktık. Hakkı Hak, batılı batıl gösterecektik. Fasık’lar bize bir haber getirdiklerinde konuyu araştırmadan hemen kabul etmeyecektik. Trollerden olmayacak, Media tetikçiliği yapmayacak, kalemimizi kiralamayacaktık. Media ne yazık ki, parayı verenin çaldığı bir düdüğe dönüştü. “Sahibinin sesi” oldular. Ayette ne deniyordu: (Maide 8) “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvâya daha uygundur”. Resul “Haberci” demektir. Peygamberler bize Hakikatin bilgisini getiriler, Gazeteciler de bu anlamda gerçeğin bilgisini taşırlar topluma. Gerçekle Hakikati buluşturanlara ne mutlu! Değil ise vay onların haline.

Bu arada “Media” İngilizce bir kelime, değil, “Dünyanın orta yeri / buraya düşen bilgi dünyaya yayılır” anlamında, Hazarın alt yakasındaki Rey şehrinin öteki adıdır.

STK/CEMAAT/İLİM SAHİPLERİ VE KANAAT ÖNDERLERİNE! Allah öyle buyurdu: “Din büyüklerinizi İlah ve rab edinmeyin” dedi. Allahtan başka kimseyi İlah ve Rab edinmeyecektik hani, din ya da devlet büyüğü olsun. İşi ehline verecektik, karar verirken istişare ve şura yapacaktık. Biz eskiden herkesi İslam kardeşliğine, camiye çağırırken, bu gün herkes cami cemaat’ını kendi tarikatına, cemiyetine, partisine, vakfına, sendikasına çağırıyor. Artık kendi camileri, Kur’an kursları var. Hac ve umreye kendi hocaları ile gidiyorlar, kurban ve zekatlarını kendi insani yardım derneklerine veriyorlar. Kendi gazete, dergi, radyo, televizyon, internet sayfaları var. Herkes cemaat’ının kendi önlerinde “musalla taşında meyyid” gibi olmasını istiyor. Tevbe alıp-veriyorlar, Rabıta ile kalpler üzerinde tasarruf sağlamaya çalışıyorlar. Biad dedikleri, cennetin satın alındeığı, ahiret kardeşliği için karşılıklı ahidleşme yerine birilerinin birilerine mutlak sadakat sözü anlamına gelen bir bağlılığa dönüştürüldü.

(A’raf 175-178): “Rasûlüm! Onlara şu kimsenin ibret verici haberini anlat: Biz ona âyetlerimizi vermiştik. Fakat o, gurura kapılarak, âyetlerimizden sıyrılıp çıktı. Böylece şeytan onu kandırıp peşine taktı. Sonunda yolunu yitirip azgın sapıklardan biri hâline geldi. Eğer dileseydik, onu âyetlerimiz sâyesinde yüceltirdik; fakat o dünyaya saplandı ve nefsinin isteklerine uydu. Onun hâli, köpeğin hâline benzer ki, üzerine varıp kovalasan da dilini çıkarır solur, kendi hâline bıraksan da solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan bir toplumun hâli böyledir. Sen kendilerine bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler. Âyetlerimizi yalanlayan ve bizzat kendilerine zulmedip duran bir toplumun hâli gerçekten ne kötüdür! Allah kimi doğru yola erdirirse, işte doğru yolu bulan kimse odur. Kimi de saptırırsa, işte onlar zarara uğrayanların ta kendileridir”. Muhkem Nas ile sabit bir konuda içtihat olmaz!.

SERMAYE SAHİPLERİNE! Karun gibi olmayacaktık. Servetimizle öğünmeyecektik. Gösteriş için onu saçıp savunmayacaktık hani. (Kasas 76-82Kārûn Mûsâ’nın kavmindendi. O, gücüne dayanarak onlara haksızlık etmekteydi. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki sadece anahtarlarını güçlü kuvvetli bir ekip bile zor taşırdı. Halkı ona şöyle demişti: “Sakın şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez. Allah’ın sana verdiğinden âhiret yurdunu kazanmaya bak ve dünyadan nasibini unutma! Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de insanlara ihsanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışma! Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez.” Kārûn, “Bu serveti sahip olduğum bilgi sayesinde elde ettim” diye karşılık verdi. Bilmiyor muydu ki Allah ondan önceki kuşaklardan, ondan daha güçlü ve daha çok servet biriktirmiş kimseleri helâk etmişti. Ama suçluluğu kesinleşmiş olanlara artık günahları sorulmaz! Kārûn gösterişli bir şekilde kavminin karşısına çıkardı. Dünya hayatını arzulayanlar, “Keşke Kārûn’a verilenin bir benzeri bize de verilseydi! Doğrusu o çok şanslı!” derlerdi. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle derlerdi: “Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlar için Allah’ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.” Sonunda biz onu ve evini barkını yerin dibine geçirdik. Artık Allah’a karşı ona yardım edecek adamları olmadığı gibi, kendi kendini kurtarabilecek durumda da değildi. Daha dün Karun’un yerinde olmayı isteyenler bu defa, “Yazıklar olsun bize! Demek ki Allah rızkı kullarından dilediğine bol bol, dilediğine de ölçülü veriyormuş. Allah bize lutufta bulunmuş olmasaydı, bizi de mutlaka yerin dibine geçirmişti. Vah ki vah! Demek inkârcılar iflâh olmazmış!” der oldular. (Kasas 78-79) Kârûn, “Bunlar bana bendeki bilgi ve beceriden dolayı verilmiştir” dedi. O, Allah’ın kendinden önceki nesillerden, ondan daha kuvvetli ve daha çok mal biriktirmiş kimseleri helâk etmiş olduğunu bilmiyor muydu? (…) Kârûn, zineti ve görkemi içerisinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzu edenler, ‘Keşke Kârûn’a verilen gibi bizim de olsaydı. Şüphesiz o büyük bir servet sahibidir’ dediler”. Serveti dünya ve ahirette kendilerine hayır vermeyenlerden olmayalım diye, selam ve dua ile.

 

Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Haber Vakti » Son Dakika Haber, Güncel Haberler, Gazeteler

YORUMLAR

  • 0 Yorum

Son Yazılar