Yüz birinci yılında Cumhuriyet
Yüz birinci yılda cumhuriyetin en çok halkın çaba ve uğraşlarıyla kazanılacağını ve eğer bunlar gösterilmezse kaybedileceğini aklımızdan hiç ama hiç çıkartmamalıyız.
Şikâyet etmekte olduğumuz bütün olumsuzluklar karşısında özellikle de hukuk, özgürlük, hoşgörü ve laiklik konusunda cumhuriyete sıkı sıkı sarılmak durumundayız
Üzerinden yüz bir yıl geçmiş olmasına karşın cumhuriyet rejimi ve onun etrafında oluşanlar hakkındaki tartışmalarımızı nihayete erdirebilmiş değiliz. Aslına bakarsanız her konuda olduğu üzere cumhuriyet konusunda da gerçekten fikirsel temelli bir tartışmayı ne açabildik ne de bunun koşullarını yaratabildik!
Birkaç defadır belirtmekte olduğum üzere belki de ilk kez halkın (cumhurun) cumhuriyet rejimi ile olan bağlantısının şekil değiştirmekte olduğu bir süreçten geçiyoruz. Bu durumu da ülkeyi yirmi iki yıldır yönetmekte olan Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarına borçluyuz. İktidarın rövanşist uygulamaları sonrasında ortaya çıkan gelişmeler ile cumhuriyetin kendi yurttaşını yetiştirdiğini ve onların yaşananlar karşısında bu kez seslerini yükseltmekte olduklarını görmeye başladık. Burada bir kez daha tekrar etmekte yarar olduğu kanaatindeyim ki bu yeni dönemin arkasındaki güç, herhangi bir siyasal parti falan değil! Hatta böyle olmadığı için de cumhuriyetin ve onun kuruluşundaki en önemli isim olan Mustafa Kemal Atatürk’e dönük sevgi ve özlem daha da pekişmekte.
Kurucu lider ve kadro ile kavga etmenin hiç kimseye yarar getirmediğini iktidar bir türlü anlamak istemedi ancak onun bu doğrudan cephe almak yerine dolaylı hareket etmeyi sürdürmesi de yurttaşların dikkatinden kaçmadı. Tebaa olmaktan vatandaş olmaya doğru gidişat içerisinde cumhuriyetin açtığı yolun üzerinde söz konusu yüz bir yıl içerisinde pek çok gedik ve engebe ile karşılaştık ancak hedefi koyana duyulan güven aradan geçen yıllara karşın eksilmek şöyle dursun daha da çoğaldı.
Belki de yüz bir yıl sonra bu ülkede Cumhuriyet Bayramı’nda geçmişi yad etmek yerine geleceği konuşmak ve hamasetin yerini gerçekten de kurucu liderin koyduğu hedefler doğrultusunda yeniden tartışmak durumundayız. Cumhuriyetin hedeflerinin tamamını hayata geçiremediğinin farkında olarak buna karşın yaptıklarını da yok saymadan yola devam etmeliyiz. İşte tam bu noktada eğitim denilen alanın cumhuriyet için neden bu kadar olmazsa olmaz olduğu gerçeğini daha iyi anlamak durumundayız. Çünkü kurucu kadro yoktan var ettiği uygulamalar ile vatandaşlık kavramının içini doldururken sosyolojik anlamda kurumlar ve o kurumlarla oluşacak olan bağın tesis edilmesi doğrultusunda da adımlar atmayı bilmiştir. Bütün yokluklara karşın yurt dışına öğrencilerin gönderilmesi ve bu öğrenciler gönderilirken Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in sınavı kazanmasına karşın oğlu Can Yücel’i göndermekten imtina etmesi kadar yurt dışına gidenlerin süreleri dolar dolmaz yurda geri gelip hizmet etmelerini de unutmamalıyız. Aradan geçen zaman dilimi içerisinde eğitim alanında atılan olumlu adımlardan çok daha fazla olumsuz adımların olduğunu ve bu durumun ülkemizin eğitim politikasının akılcı bir temele dayanmaktan giderek uzaklaştırdığını belirtmeliyiz. Eğitimin bozulduğu yerde cumhuriyetin asli vurgusu olan yurttaşın yetiştirilmesi ve geleceğe hazırlanması da tehlikeye düşecektir. Bu noktada eğitime özel okullar ve kurslar aracılığı ile harcanan paradan çok daha işlevsel bir biçimde özellikle gönüllülük temelinde yerel yönetimler aracılığıyla adımların atılması sağlanabilir. Önceliğin Türkiye olduğu bir iyilik hareketine ihtiyacımız var ve bunu hayata geçirirken siyasal angajmanlardan kurtulmaya ihtiyacımız var.
Cumhuriyeti çocuklarımız ile buluşturmalı ve onların rejimlerine sahip çıkacak bilinçle donanmalarını sağlama hususunda dikkatli olmalıyız. Çeşitli dizilerde, sosyal medya ortamlarındaki paylaşımlar üzerinden cumhuriyetin ve kurucu kadronun yaptıklarına güzellemeler düzmeye gerek yok. Hatta tam aksine bu davranış biçimi karşı cephenin tahkim etmekten başka bir işe de yaramıyor! İşte bu yüzden cumhuriyetin somut çıktılar ve örnekler üzerinden toplumla buluşturulması hayati bir önem arz ediyor. Cumhuriyet olmasaydı sizler de olmayacaktınız yerine cumhuriyetin ortaya çıkarttığı şahsiyetlerin, değerlerin, eserlerin işlenmesi çok daha anlamlı ve karşılık bulması çok daha kolay bir duruma karşılık gelecektir. Siz boş verin tarihten bir haber olup tarihçi kesilenlerin söylediklerini düzeltmeyi, Atatürk’ün şahsi kişiliği ile baş edemeyenlerin ölüsü karşısında da yapabilecekleri herhangi bir şeyin olmadığını tarih her seferinde misliyle göstermeyi sürdürüyor.
Yüz birinci yılında cumhuriyetin çok istediği aydınlanmış yurttaş figürü ile karşı karşıya gelmeye başladığımızı ve bunun daha başlangıç olduğunu belirtmeliyiz. İşimiz hiç ama hiç kolay değil! Çünkü bir taraftan da dünyanın gerçekten de son derece tuhaf bir zaman dilimi içerisinden geçmekte olduğu bir anda cumhuriyeti yeniden keşfediyor ve onun anlamının hayatımızdaki yerini idrak etmeye başlıyoruz. Bu daha başlangıç ve buradan açılan yoldan daha uzun bir süre yolculuk yapmamız gerekiyor ancak yüz bir yıl önce atılan adımın ne kadar mühim olduğunu, kaybettiğimiz takdirde yaşanabilecekleri gördüğümüzde anlamaya başladık!
Kurucu liderin sadece bir asker, devlet adamı olmadığını, aynı zamanda bilge bir kişilik olduğunu yaptıklarının üzerinden yüz yıl geçtikten sonra içinde yaşadığımız coğrafyadaki kaos üzerinden yaşayarak öğrendik. Tam aksini iddia edenlerden çok daha tutarlı, doğru ve ileri görüşlü olduğunun ayırdına geçte olsa varabildik. Cumhuriyet ile çıkılan yolun ülke olarak Türkiye’yi nereden alıp nereye doğru götürdüğünü ve bu yolculuk esnasında nelerin değiştiğini belki de en çok son yirmi yılda daha iyi kavradık. İşte bu yüzden de yüz birinci yılda cumhuriyetin en çok halkın çaba ve uğraşlarıyla kazanılacağını ve eğer bunlar gösterilmezse kaybedileceğini aklımızdan hiç ama hiç çıkartmamalıyız. Şikâyet etmekte olduğumuz bütün olumsuzluklar karşısında özellikle de hukuk, özgürlük, hoşgörü ve laiklik konusunda cumhuriyete sıkı sıkı sarılmak durumundayız.
YORUMLAR