Başkan mı seçtik Süpermen mi

24 Haziran 2019 sabahı güzel bir güne uyandı İstanbul. Yıllardır raflarımızda bekleyen bir var olma / var sayılma duygusunun mutluluğuyla...

Başkan mı seçtik Süpermen mi
30 Haziran 2019 - 20:03
Umutlarımızdaki ölü deriyi atarak... Kaybettiğimiz güveni, yitirdiğimiz inancı yeniden silkeleyip tertemiz bir şekilde İstanbul’un üzerine asarak...

İlk kez oy verdiği sandıktan galip çıkma duygusuyla tanışan milyonlar var. Yıllardır yok sayılan, sesi duyulmadığı gibi bir de susturulan, milli iradenin sadece “milli” tarafına sıkışıp kalmış, ayrıştırılmış, soyadından dahi imalar çıkarılmış bir halk...

Aynı sandığa hiç yoktan, belki de tutar diye ikinci kez çağrılınca ne yapar?

Gurur yapar, hırs yapar.

Balonu elinden alınan çocuğa tüm baloncuların balon uzatması gibi kolektif imkanlar adeta seferber edilir ve herkes o gün sandıkta olmaya çabalar. Buna rağmen katılım oranı neredeyse bir önceki seçim ile aynıdır, seçmenin %16’sı seçime gidememiş, katılım sadece 0.5 artmıştır. 

Ama bu durumu değiştirmez. Ekrem İmamoğlu, en yakın rakibi Binali Yıldırıma bir önceki seçime göre 59 kat fark atarak 1984 yılından bu yana en yüksek oy farkı ile seçilen belediye başkanı olmuştur. Kendi alçakgönüllü deyimiyle ise bu bir zafer değil, yeni bir başlangıçtır.

KİMDİR EKREM İMAMOĞLU

Önce çiftçilik yapan, daha sonra ticaret ve inşaat sektörüne atılan Hava ve Hasan İmamoğlu’nun ilk çocuğu olarak 1970’de Trabzon Akçaabat’ın bir köyünde dünyaya gelir. Kalabalık bir ailede büyür. İstiklal Savaşı Gazisi dedesi Mevlüt İmamoğlu’nun ilk göz ağrısıdır. 6 yaşına kadar onun dizinin dibinden ayrılmaz. Hatta Atatürk’e, silah arkadaşlarına ve Cumhuriyete olan bağının dedesiyle yaptığı sohbetlerde oluştuğunu ifade eder. Akranlarına göre gürbüz, hareketli ve zeki bir çocuktur. İlkokula başladığında yaşı 6 bile değildir. Aynı yıllarda kuran kursuna da gider. Küçük yaşına rağmen okulun en sevilen, güzel enerjili, sorumluluk sahibi öğrencilerinden olur. Örneğin bir etkinlik olacaksa mutlaka kendisi organize eder. Zaten dersleri de iyidir, sınıf birincisi veya ikincisidir. En yakın arkadaşları okulun hemen karşısında bulunan Çocuk Esirgeme Kurumu’ndandır. Yardımlaşma yönünü ilk defa bugünlerde keşfeder. Hatta bir öğretmenler gününde sınıf öğretmenine aldığı bir şişe kolonya, diğer arkadaşlarının alamaması sebebiyle onu mahcubiyete ve üzüntüye boğar. Okul bitinceye kadar öğretmenine bir daha hediye almaz.



Dedesi Mevlüt İmamoğlu ile

Babası, ekonomik durumları gayet iyi olmasına rağmen harçlık konusunda temkinlidir. Bir simit parasını geçmeyen harçlığı sayesinde İmamoğlu, aylık bütçe yapmayı öğrenir. Hatta kendinden katbekat fazla harçlık alan arkadaşlarına ay sonlarına doğru borç verdiği de bilinir.



Babası Hasan imamoglu

"BENİ BURADAN AL, YOKSA KAYBEDECEKSİN"

İlkokul yıllarında beden öğretmeninin teşvikiyle hentbola merak salar. Ancak ailesi spordan çok eğitime yönelmesini istediği İmamoğlu’nu Karadeniz’in yeni açılan ilk koleji Trabzon Köşk Lisesi’ne gönderir. Bu sayede hentboldan ve çok sevdiği futboldan biraz uzaklaşacaktır. Bu okul İmamoğlu’nun İngilizce eğitimi alması adına yerinde bir karardır ancak İmamoğlu için bir çıkmaz vardır. Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan gelen sıra arkadaşları yerini Trabzon’un en varlıklı ailelerinin çocuklarına bırakmıştır. Hafta içi burjuva, hafta sonu köylü yaşamına çabuk adapte olduysa da gönlü babasının da mezun olduğu Trabzon Lisesi’ndedir. Hem bu şekilde futbolla da içiçe olabilecektir.

Babasını ikna etmek pek kolay olmasa da kolejin mezuniyet partisinde öğrencilerin dağıttığına şahit olan İmamoğlu, “Baba lisede beni buradan al, yoksa beni kaybedeceksin” diye uyarır ve amacına ulaşır. Hatta aynı uyarıyı birkaç yıl sonra Kıbrıs’a üniversite okumaya gittiğinde de yapacaktır.

İmamoğlu’nun o yıllardaki en büyük hayali Şenol Güneş, Kadir Özcan gibi isimleri spor dünyasına kazandıran başarılı bir altyapıya sahip Trabzon Lisesi’nde futbol oynayabilmektir. Kısa bir süre içinde takımın kalecisi olur. Herkesin güvendiği, sevdiği bu kaleci aynı zamanda takımı motive eden kişidir de... Hatta bir maçta iş penaltılara kaldığında takım arkadaşı son penaltıyı kaçırır ve üzgün bir şekilde İmamoğlu’nun yanına gelerek kaybettiklerini söyler. Bunu asla kabul etmeyen İmamoğlu “Ben o son topu kurtaracağım, yine kazanacağız” diye arkadaşını teselli eder ve verdiği sözü tutar.

UÇAN ÇUVAL ÜNİVERSİTEDE

Babası İmamoğlu’nun mühendislik okumasını ister. Ancak futbola olan ilgisi sebebiyle üniversiteyi kazanamayacağından korkar ve gerçekten de korkusu gerçekleşir. Puanı işletme ve iktisat gibi bölümleri tutmasına rağmen ailenin mühendislik isteği üzerine Kıbrıs’ta özel bir üniversitenin sınavına girer, inşaat mühendisliğini kazanır. Oysa kısa bir süre sonra işletmeye yatay geçiş yapacaktır. İşin ilginç yanı Kıbrıs futbol kariyerini pekiştirmesine fırsat verir. Türk Ocağı Spor Kulübü’nün kalecisi olur. Hatta o zamanlardaki takma ismi hem güven veren hali, hem de kuvvetli tekniğinden ötürü Uçan Çuval’dır. Kolejde yaşadığı deneyim, Kıbrıs’ta da tekrarlanır. “Burası eğitime odaklanmamı engelleyecek şeylerle dolu” diyerek 1990’da İstanbul Üniversitesi İngilizce İşletme bölümüne yatay geçiş yapar.

İmamoğlu ailesi bu geçişten birkaç sene önce İstanbul’a gelerek inşaat işi yapmaya başlamıştır. İstanbul’un dört bir yanında konut projeleri vardır, hatta Ekrem İmamoğlu üniversite yıllarında daire satarak ailesine destek olmaktadır. Satış ve pazarlama konusundaki başarısı bu yıllarda ortaya çıkar, bir günde 10 daire bile sattığı olur. Yine de babası, oğlunun potansiyelini bildiğinden sorar“Neden 20 daire satmadın?” Kısa bir zaman sonra inşaat projeleri Beylikdüzü’nden alınan bir arsayla bu bölgeye taşınır. Artık İmamoğlu ve ailesini Beylikdüzü’nde farklı bir projeksiyon bekliyordur.

SİYASETE ATILIRKEN TEK ŞART

1994 yılında bir arkadaşının kız kardeşi olan Dilek Kaya ile tanışır. Kısa sürede gelişen aşk hızlı bir evlilik teklifine sahne olur ancak Kaya, üniversite okuyacağı gerekçesiyle İmamoğlu’nun “hem oku, hem evlenelim” önerisini dahi geri çevirir. Ancak o sene üniversite hayalleri gerçek olamayınca İmamoğlu yeniden ikna turlarına başlar ve sonunda nişanlanırlar. Bu sırada Kaya, İstanbul Üniversitesi Turizm Bölümü’ne girmiştir hatta kendi ailesinin bile bundan haberi yoktur. İmamoğlu eşinin eğitim hayatı için gerek üniversite, gerekse de yüksek lisansta her türlü desteği verecektir. Dilek İmamoğlu da eşinin siyasete atılmasında büyük destekçi olacaktır. Gerçi tek şartı vardır: Sadece CHP’den aday olursa siyasete girebilir. Bu da zaten İmamoğlu’nun aklındaki tek düşüncedir.  

SİYASETE SİRAYET

İmamoğlu’nun aktif siyasete katılması Trabzonspor yöneticiliğinin ardından gerçekleşir. Bu zaman zarfında Beylikdüzü’nde birçok proje hayata geçmiş, o zamanlar daha belde olan ilçenin adeta silueti değişmiştir. İmamoğlu bu dönüşümün beton ekseninden çıkarılıp daha yaşamsal hale getirilebilmesine ilişkin fikir ve projelere sahiptir. Bu da ancak aktif olarak siyasete katılarak gerçekleşebilir. 2008 yılında 100’e yakın aile üyesini toplayarak uzun zamandır planladığı siyaset fikrini onlara açar ve olumlu karşılanır. Beylikdüzü’nün beldeden ilçeye geçtiği o günlerde CHP’ye üye olur. 2009’daki ilk yerel seçimde aday gösterilmez ancak İlçe Başkanlığı teklif edilir. Siyaseti daha iyi öğrenebilmek için bu fırsatı değerlendirir ve yaklaşık 6 yıllık hazırlıktan sonra 2014 yerel seçimlerinde, CHP’nin İstanbul’da AKP’nin elinden aldığı tek ilçe olan Beylikdüzü’nün Belediye Başkanı olur.  



BAŞKAN MI SEÇTİK SÜPERMEN Mİ

Bundan neredeyse 6 ay öncesine kadar hakkında pek de fikrimizin olmadığı biriydi İmamoğlu. Hatta belediye başkanlığına aday gösterildiği günlerde şansının az olduğunu düşünenlerin sayısı az değildi. Her ne olduysa 31 Mart günü, ilk sandıklar açılıp da İstanbul’dan ciddi bir oy aldığını, almak üzere olduğunu veya almış ama epey süre bir şey olamayacağını anladığımız an oldu. Talihinin döndüğü kritik an ise seçim gecesi yürüttüğü iletişimdi. Tam da geçen sene bu zamanlarda, halkın yerle yeksan olmuş umudunu az biraz toparlayan ancak seçim gecesi telefonlarını kapatıp yok olan sevgili gibi seçmeni yarı yolda bırakan Muharrem İnce’den sonra İmamoğlu, CHP için adeta bir namus temizliğiydi de...

Halk, bu kadar görmezden gelinmenin üstesinden aynı şekilde karşılık vererek geliyordu. Yani İmamoğlu’nu da uzun bir süre görmedik. Oysa o, duyguları rendelenmiş bir toplum olarak bizi tam da parçaların koptuğu yerden, yaralarımızdan yakaladı. Sabrıyla, adaletiyle, zekasıyla, samimiyetiyle, hoşgörüsüyle, alçakgönüllülüğüyle, güvenilirliğiyle, mücadele ruhuyla, ayrıştırmamasıyla, birleştiriciliğiyle hatta mahcubiyetiyle çoktandır unuttuğumuz, hatırlamayı bile henüz ummadığımız bir sürpriz bıraktı başucumuza.

İşte 24 Haziran sabahı tam da bu hisle, içinde bizim de bulunduğumuz bir hikayede iyi şeyler olabileceği hissiyle uyandık.  

Aslında İmamoğlu’nun işi bundan sonra da hayli zor. Halkta yılların yarattığı bir güven erozyonu var ama bundan da kaynaklı bir tutunma psikolojisi... Robin Hood, Süpermen gibi benzetmeler mizahi olsa da boşuna değil. Sonuçta her biri halkın yanındaydı; mazlumun, mağdurun, adaletin...



İmamoğlu’nun becerisi son derece kırılgan hale getirilmiş bir toplumu pamuk ipliği ile yeniden eklemlendirebilmesi, bir arada olmanın gücüne özellikle o siyasetten uzak olduğu söylenen yeni nesiller başta olmak üzere farklı arka plana sahip kesimlere inandırabilmesiydi. 

Sosyologlar kitlelere bir şey yaptırabilmenin 3 yolu olduğunu söyler. Zor kullanmak, para ile satın almak, inandırmak...

İmamoğlu zoru ama kalıcı olanı seçti. Şimdi dönem, yapacaklarıyla da inandırma vakti. Sonrası ise tam da o sözdeki gibi olacak :

“Bir gün öyle biri çıkıp gelir ki biz, tüm gidenlere teşekkür ederiz.”

Odatv.com

Elçin Demiröz 

YORUMLAR

  • 0 Yorum