Neredeydiniz! Yüzbinlerce gözünüz, devasa bürokrasiniz neredeydi?

Sadık olmamız istenen devletimiz ne yaptı peki? Öncelikle maden ‘aramada’ siyanür kullanılmadığını açıkladı. Maden elde etme sürecinin ‘zenginleştirme’ aşamasında siyanür kullanılacağını saklamaya çalıştı. Sonra en önemli savunmasını yaptı: Bugüne kadar neredeydiniz? Peki siz neredeydiniz! Yüzbinlerce gözünüz, devasa bürokrasiniz neredeydi?

 Neredeydiniz! Yüzbinlerce gözünüz, devasa bürokrasiniz neredeydi?
09 Ağustos 2019 - 10:29
Şimdi başlangıçta belirttiğim haftada bir yazmanın zorluğunu avantaja çevirmeye çalışayım: sadece birkaç günde yaşadıklarımız, AKP ve bağlaşıklarının mirasına sahip çıktıkları Özal döneminde temelleri atılıp Derviş programı ile güvenceye alınan, AKP iktidarlarında tamamına erdirilen bir yağma programının sonuçları.
Geçtiğimiz birkaç güne bakacak olursak; Hâkim/Savcı sınavlarında hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği, ortalama AKP/MHP’li seçmenin, hatta faydalananların bile açıklayamayacağı ve rahatsız olacağını düşündüğüm kayırmalar orta yerde duruyor. 15 Temmuz 2016’ya giden süreçte benzer bir gidişatın nasıl bir felakete yol açtığını deneyimlemiş bir ülkede üzerinde ne kadar durulsa yeridir.

“Barış İçin Akademisyenler Bildirisi” nedeniyle Anayasa Mahkemesinin verdiği ihlal kararının “uygulanmayabileceği” ciddi ciddi tartışıldı. Hukuk devletinin hatta kanun devletinin asgari koşullarının olduğu bir ülkede akıllardan bile geçirilemez bu. On bininci (!) Hukuk reformu tartışmaları yapılıyorken işe “mahkeme kararlarına uyulur” gibi bir yerden başlamak iyi fikir olabilir! Tüm tarihsel ilerlemelerini “devleti ve uygulamalarını sorgulayarak” yapmış bir ülkede “Anayasaya Sadakat” kavramının “devlete sadakat” olarak yorumlanması garabetini yaşadık. Üstelik bu sadakat yükümlülüğü, varlık nedeni sorgulama ve eleştiri olan/olması gereken akademisyenlere, başka akademisyeneler ve yargıçlar tarafından yüklendi. Hadi Mustafa Kemal Atatürk’ün Osmanlı Devletine sadık kaldığını düşünün! Ya da “devlete sadık akademisyenler” 12 Eylül, 28 Şubat süreçlerindeki, “Eski Türkiye’deki” devlete sadakatlerini beyan etsinler. Şimdi devleti sorgulanmaz eleştirilmez bulanların geçmişi azıcık kazınsa duvarlara “Kemalist devlet yıkılacak elbet!” sloganı yazdıkları, “ceberut devlet” türküleri söyledikleri ortaya çıkacaktır. Devlet olunca devlete de sahip çıkılıyor haliyle! Kaldı ki sadık olunması beklenenin “devlet” değil, AKP’li vekil Tolga Ağar’ın tanrısallık atfettiği Erdoğan olduğunu hepimiz biliyoruz. Ve Kaz Dağları yağması. 5 Ağustos günü 10 binlerce yurttaşın doğasına sahip çıkarak herkesin gözüne soktuğu felaket tablosu… Sadık olmamız istenen devletimiz ne yaptı peki? Öncelikle maden “aramada” siyanür kullanılmadığını açıkladı. Maden elde etme sürecinin “zenginleştirme” aşamasında siyanür kullanılacağını saklamaya çalıştı. Sonra en önemli savunmasını yaptı: Bugüne kadar neredeydiniz? Peki siz neredeydiniz! Yüzbinlerce gözünüz, devasa bürokrasiniz neredeydi? Şimdi başlangıçta belirttiğim haftada bir yazmanın zorluğunu avantaja çevirmeye çalışayım: sadece birkaç günde yaşadıklarımız, AKP ve bağlaşıklarının mirasına sahip çıktıkları Özal döneminde temelleri atılıp Derviş programı ile güvenceye alınan, AKP iktidarlarında tamamına erdirilen bir yağma programının sonuçları. Anayasanın ihlal edilebileceği, yargının ele geçirilmesi, hepsi bir bütünün parçası. Örnek verilecek olursa madenlerimizin özelleştirilmesi AB, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası ve IMF Programları doğrultusunda yapıldı. 1985 ve 1994 yıllarında Maden Kanunu değiştirildi. 1998 yılında Etibank Holdingleştirildi. Tüm bu sürecin ana planı “Morgan Guaranty Trust Company of New York” tarafından hazırlandı. Aynı uluslararası sermaye grupları önce planladı sonra başka adla gelip yağmaladılar, yağmalıyorlar. Üstelik devlet teşvikiyle, yani “bizim çayın taşı ile bizim kuşumuzu vurarak!” yapıyorlar bu yağmayı.

Bu bütüncül saldırıya cevap da ancak bütüncül politikalarla verilir. Geleceğimizi ancak tutarlı ve hayatın tüm alanlarını kapsayacak anti-kapitalist ve anti-emperyalist bir hattı içerecek politikalarla kurabiliriz. Bu anlamda AKP’nin başlangıç günleri ya da Derviş zamanı bir “asr-ı saadet” olarak alınamaz. O dönemin figürleri kurtarıcı olamaz. En önemlisi de bu yıkım ve yağma sürecinin sürdürücülerine zaman tanınamaz. Siyasetin zamanı olabilir ama yağmalanan çevrenin, intihar eden işsizlerin, yurtdışına göçen beyinlerimizin, sınır ötesinde maceraya yollanan gençlerimizin zamanı yok. “Erken seçim istemiyoruz, bakalım ekonomiyi düzeltebilecekler mi?” şeklindeki siyasetsizlik yerine her bir mücadele başlığında siyaset üretmeliyiz. Güncel tartışmalardan gidecek olursak tüm madenlerin kamulaştırılması ve ruhsatların iptali tartışmaya açılabilir.

Çünkü madenler ve diğer doğal kaynaklar halkındır!

İLHAN CİHANER

BİRGÜN

YORUMLAR

  • 0 Yorum