Salih BOZOK...

Selanik’te, Olimpos Gazinosu’nda oturdukları bir akşam, Mustafa Kemal sofradaki dostlarına ileride nasıl iktidara geleceğini anlatır. Sonra da orada bulunanlara gelecekteki görevlerini açıklar.

Salih BOZOK...
11 Kasım 2019 - 10:48 - Güncelleme: 12 Kasım 2019 - 10:59
Masada bulunan Fuat Bulca, Nuri Conker, Fethi Okyar ve Salih Bozok hayretle izlerler onu. Herkese görev bölümü yapıldıktan sonra, sıra Bozok’a gelince Salih der Mustafa Kemal; “Seninle hiç ayrılmayacağız, seni kendime yaver yapacağım.”

Masadakiler sorar: “Peki sen ne olacaksın?”

Yanıt kısadır: “Ben, size bu görevleri verecek adam olacağım.”

ATATÜRK’Ü EN ÇOK SALİH BOZOK SEVDİ..

Salih Bozok 1881’de Selanik’te dünyaya gelmişti. Mustafa Kemal’in hem mahalle hem okul arkadaşıydı. Aynı okulları okudular, Harp Okulunu bitirdiler. Salih,jandarma sınıfına seçildi, Mustafa Kemal ise Akademiye devam ederek kurmay olmuştu. Mustafa Kemal, çocukluğundan beri yanında olan arkadaşını, Milli Mücadeleyi başlatmak üzere Anadolu’ya geçmeden önce ve Suriye Cephesi’nde bulunduğu sırada başyaver olarak yanına getirtirmişti.

***

Bir ömüre sığacak dostlukları böylece başlamıştı.

Yüzbaşı Salih, Mustafa Kemal’in yanında, görevli olarak Ankara’ya gittiğinde, Mustafa Kemal Meclis Başkanı iken o da Meclis Başkanı başyaveri seçilmişti.

Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı seçildiğinde, yanında yine Yarbay Salih vardı.

Emekli olduktan sonra da Atatürk’ü kimselere emanet edemeyen Salih Bozok, Gazi’nin yanında olmaya devam etti. O zamanki adı Bozok olan Yozgat’tan milletvekili seçilerek meclis’e girdi.

Milli Mücadele’nin en buhranlı günlerinden, Cumhuriyet’in en çetin işlerinin başarıldığı günlere kadar her daim Atatürk’ün yanında ve emrinde bulundu.

Her zaman da bundan büyük bir gurur duyduğunu ilan etti.

“Bana ‘ölenle ölünmez’ diyorlar. Ben ölenle ölmüyorum ki… Yaşayamadığım için ölüyorum! Siz, oksijensiz bir dünyada yaşayabilir misiniz? İşte Mustafa Kemal Paşa benim hayatım için bir oksijendi. Bugüne kadar geçen hayatımı nasıl Mustafa Kemal Paşa’ya adamışsam, bundan böyle geçecek hayatımı da Mustafa Kemal Paşa’nın buyruğunda geçirmeliyim.”

Atatürk hasta yatağında yatarken, koca bir memleket yüreği ağzında bekliyordu. Ama hiç birisinin kalbi, yan odada bekleyen Salih Bozok kadar sıkışmış mıdır ?

Emin değilim…

Büyük Gazi, hasta yatağında yatarken Salih Bozok oğlu Muzaffer Bozok’u saraya çağırtır.

Muzaffer Bozok, o günü şöyle naklediyor :

”1938’de ben 17 yaşındaydım. O zamanlar evde yalnızdım. Atatürk hastaydı. O yüzden babam hep Atatürk’le kalıyor, hiç eve gelmiyordu. Annemleri, ablamları, eniştemleri de Avrupa’ya yollamıştı. Sonra bir gün babam beni Dolmabahçe Sarayı’na davet etti. ‘Sana araba yollayacağım, biner gelirsin’ dedi. Çok sertti babam. Çok döverdi beni… Çok top düşkünüydüm, mektebim iyi değildi. Arada kaçar, maça giderdim. Kızardı çok… Yine böyle bir şeyi haber aldı, yanına çağırıp dayak atacak diye korktum. Evde giyindim bekliyorum. Kapı çaldı. Resmi üniformalı biri geldi. ‘Moskof Ziya’ derlermiş. Sarayın şoförüymüş. Boşnak. Bir seferinde ben bir Fenerbahçe maçında buna çarpmıştım. Beni dövecekti, kurtardılar. Babam beni dövmeye onu yolladı sandım. ‘Saraydan geliyorum. Baban yolladı, seni bekliyorlar’ dedi.

Çıktım. Kel Ali de (Ali Çetinkaya) arabada. Gittik saraya, ben korkudan titriyorum ama babam o kadar müşfik karşıladı ki beni, şaşırdım. Bak Muzaffer, dedi (şimdi anlatırken bile çok duygulanıyorum); Artık koca adam oldun, Atatürk ölüyor dedi. Başladım ağlamaya çünkü ben Atatürk’ü hiç ölmez bilirdim kafamda. ‘Ağlama evladım. Atatürk’ü uyandıracaksın; duyarsa kızar, ben de sevmem erkeklerin ağlamasını. Şunu bil ki eğer Atatürk ölürse ben de hayatıma son vereceğim’ dedi. Annemlere telgraf çektiğini, bir an önce trenle dönmelerini istediğini söyledi. ‘Sen artık koca adam oldun, ailenin erkeği sensin. Annen, ablaların sana emanet, aileye bakarsın. Oku, memleketine faydalı bir adam ol’ dedi. Hiçbir şey söyleyemedim. Yüzümü sakladım. Beni öptü, uğurladı. Döndüm, bitik bir vaziyette…

Bir gün üst kattan çıktım, mektebe gideceğim. Bir baktım, babam tıraş oluyor. Daha doğrusu ben tıraş oluyor sandım. ‘Baba ben gidiyorum’ diye seslendim. ‘Güle güle yavrum’ dedi. Yüzünü bile görmedim. Meğer babam tıraş olmuyormuş. Doktorlara sormuş, ‘Kalbime kurşun sıkarsam ne olur, beynime sıkarsam ne olur?’ diye. ‘Beynine sıkarsan kör olursun, ölme ihtimalin daha az; en iyi ölüm, kalbe sıkılan kurşunla olur’ demişler. Babam da o gün tentürdiyot almış. Kalbinde ateş edeceği yeri işaretliyormuş. Eli şaşmasın diye…

Ben gittim mektebe. Saat 9’u yirmi geçe idareden çağırdılar. Evden seni istiyorlar, dediler. Sokağa çıkar çıkmaz olanları anladım. Çünkü bayraklar yarıya indirilmişti. Evimiz Osmanbey’deydi, eve geldim. Babam nerede, diye sordum. Şişli Sıhhat Yurdu hastanesinde, dediler. Hemen anladım tabii, koşarak gittim. Baktım, babam yatıyor, kendinde değil. Olup biteni orada öğrendim. Meğer Atatürk’ün ölümünün hemen üzerine gitmiş oraya, elini öpmüş. Arkadaşları, aman Salih bir şey yapma kendine, demişler.

Yok gayet normalim, görmüyor musunuz, demiş. İnmiş aşağıya, sabah tentürdiyotla işaretlediği yere dayamış silahı, çekmiş tetiği, vurmuş kendini… Tabanca sesi üzerine koşmuşlar, kanlar içinde hastaneye getirmişler. Aslında intihar edeceğini söylemişti bana, ama hiç ihtimal vermiyordum. Çünkü babam hayatı severdi, ailesini severdi, neşeli bir insandı, ayrıca da canı çok kıymetliydi. Bir kere ayağı kırılmıştı da ortalığı ayağa kaldırmıştı. Ata’mı kaybetmiştim, babamı da kaybetmek üzereydim. Ama babamdan çok Atatürk’e ağlamıştım.”

Salih BOZOK anlatıyor :

”Hekimler büyük ölünün odasından çıktıkları zaman yüzüm kim bilir nasıl korkunç bir hal almıştı ki operatörü Mim Kemal Bey telaşlanarak:’ Nereye gidiyorsun’ diye sormaya mecbur oldu. ‘Hiç’ dedim, ‘gidiyorum. îşim bitti artık. ‘Fakat Mim Kemal Bey bırakmadı. Kolumdan tutarak aşağı kadar indirdi. Kalbim, iki değirmen taşı arasına düşmüş bir buğday tanesi olsa ancak bu kadar ezilirdi. Ne ağlayabiliyor, ne konuşabiliyor, ne de konuşulanları anlıyordum. Bir ara büsbütün kendimden geçmişim. Odadan deli gibi fırladım.’ Nereye?’ diye arkamdan koştular. ‘Şimdi geliyorum’ dedim. Bundan sonrasını hiç, ama hiç hatırlamıyorum.”

***

Salih Bozok, telaşla sarayın merdivenlerinden aşağı koştu. Alt katta boş bulduğu bir odaya girip kapıyı kapattı. Az sonra içeriden tek el silah sesi duyuldu. Sesi duyup odaya koşanlar içeride onu kanlar içinde buldular. Tabancasından kalbine sıktığı bir kurşunla yere devrilmişti…

***

Şişli Sıhhat Yurdu’na kaldırıldı, ameliyat edildi. Kurtulmuştu, aldırış etmedi. Canlı bir cenaze olarak yaşamına devam etti. Neşesi ile tanınırdı arkadaşları arasında. Bir daha hiç güldüğünü gören olmadı.

25 Nisan 1941 günü hayata gözlerini yumduğunda, Atatürk’e kavuşmanın mutluluğunu hissettiğine tüm kalbimle inanıyorum.

Kim Atatürk’ü ondan çok sevmiştir ?

Kim canını hiçe sayıp, Atatürk’ün olmadığı bir dünyada nefes bile almak istememiştir ?

Atatürk’ü en çok o sevdi...

Paşa’ya da, yaverine de rahmetle…Sevgiyle...Saygıyla..Özlemle.

Aydın İzbudak

Hayatın içinden hikayeler

YORUMLAR

  • 0 Yorum