Selametle Bu ayın Dolunay Öyküsü...

"Hayat kütüphanede bekleyen bir kitap mı? Kaç yıldır orada acaba? Doğduğundan beri olabilir mi?Tozlanmış, üstünde adının birkaç harfi ancak okunuyor.

Selametle Bu ayın Dolunay Öyküsü...
15 Eylül 2022 - 09:27 - Güncelleme: 16 Eylül 2022 - 09:39

Ne zaman çekip alacaksın hayatını kütüphanenin tozlu rafından, ne zaman açıp okumaya başlayacaksın? Bitirme ihtimalin var mı bu saatten sonra? Hiçbir zaman olmadı ki, şimdi olsun. Ne fark eder, illa bitirmen mi gerekiyor? O zaten bitecek, sen istesen de istemesen de. O zaman aç içini şöyle bir karıştır. Hatta okumaya başla. Üzülerek, için parçalanarak, sevinçten göklere çıkarak, heyecanla, aşkla, şevkle oku. Günün birinde birisi sana gelip de kitabın sonuna az kaldı diyecektir, onu düşünmeden oku. Bir gün ansızın, belki ortasına, belki sonlarına doğru bir yerine bir kitap ayracı bırakıp gideceğini düşünmeden oku. Hayat kitabını durduğu tozlu raftan indir ve okumaya başla. Kim bilir belki okurken yazmaya da başlarsın. Alın yazısı nedir ki? Önceden yazıldığına inanıyor musun? Otur hem oku hem de yaz kendi hikâyeni."

Desen: Selçuk Demirel

Akdenizde mevsimlerden bitmiş yaz. Tahta bir masada oturuyorum. Sonbahar suları ayaklarımı okşuyor tatlı tatlı. Önümde deri kaplı bir defter, yazıyorum. Güneş arkamda bir yerlerde batacak, havalar serinledi. Akşam ışıkları yansıyor denizden defterimin sayfalarına. Pek kimse yok buralarda, Ağustosun, eylülün kalabalığı geldiği gibi gitmiş. Bir çekirge sürüsü gibi tüketmiş köyü. Niko Kos'tan gelmiş, Kos'a da buradan gitmiş ailesi, öyle söylüyor. Vakti kerahat gelmiş ki, rakıyı getirdi. "Saganaki yaptım, bir de tuzlu balık açtım sen seversin" diyor. Niko'nun hayat kitabında neler yazıyor acaba? O da yıllardır yalnız. Sabah erkenden açılır denize, oltayla, zıpkınla deniz o gün kendisine ne sunarsa alıp gelir. Bazen deniz çorbası yapar. Balık çorbası demez, deniz çorbası der. İçinde deniz kestanesi, yosun, balık, kabuklular, yengeç hatta çakıl taşı bile ne ararsan vardır. "Çorbayı deniz kızı karıştırdı onun için böyle lezzetlidir" der Niko. 

"Oturmuş Akdeniz kıyısında, ayakları pırıl suda, masada buz gibi rakı, ahkam kesiyor. Hayat kitabını al, içini karıştır oku yaz filan. İri iri laflar. Ağdalı, şatafatlı cümleler. İnceden hayat dersleri. Beyaz sayfada yoktan var edilen karakterleriz ya, yaz yazabildiğin kadar. Hepimiz biliyoruz, aslında kendini yazıyorsun, kendi yarım kalmış aşkların, beceremediğin evliliklerin, bütün o kalabalık arkadaşlarına rağmen yapayalnız oluşun. 'Hayat kitabını durduğu tozlu raftan indirmiş. İndir de gör bakalım, sayfaları nasıl yıpranmış, nezelmiş. Zamanında indirecektin kitabı raftan, bu saatten sonra başına gelecekleri boşuna bize mâl etme."

Denizin hemen arkasında küçük bir patika var, ordan tepeye doğru seyrek ağaçlı, bol makili bir bitki örtüsü. Niko kışları Kos'ta geçiriyor. Bu sene gitmeyeceğim dedi dün. Ben de dönmesem. Hayattaki başarılarım, başarısızlıklarımı örtmek için. Mutlu olamadığım için, sakin, huzurlu bir hayatı kendime de, benimle birlikte olanlara da veremediğim için bütün o koşturmacalar. Parlak mühendis Orkun Bey. Libya'daki otoyolları da o yaptı, Sudan'daki barajı da, Karadeniz'deki limanı da, o çok bilinen sağlık grubunun bütün hastanelerinin mühendislik işlerini de. Oysa ben yazar olmak istiyordum. Mühendisten yazar olur mu demişti eski bir sevgilim. Oğuz Atay var demiştim. Sen kim Oğuz Atay kim diye yapıştırmıştı cevabı. 

"Yazarla karakterin arasına nasıl girilir, kim girer. Karakter yazarın hayatını etkiler mi? Yazmaya başladıktan sonra karaktere kızıp ani değişiklikler yapar mı yazar? Karakter onun için hep kurgu mudur? Yoksa gerçek olsun, gerçekmiş gibi görünsün mü ister yazar. 'Michelangelo'nun, Musa Heykeli, yerleştirileceği yere götürülürken ardından çekicini fırlatıp, kalkıp yürüsene sen canlısın' dediği gibi. Yazmak insanın kendisiyle uğraşması bir yerde. Kendi kendini doğurması, bazen de intiharı. Belki de, rafta duran hayat kitabını tekrar tekrar okuması."

Niko balığı ateşte çok güzel pişirmiş. İrice bir Mercan. Kırmızı, yanık gözüyle mavi beyaz muşambanın üstünde, beyaz melamin tabağın içinde duruyor. Az yeşillik, kırmızı soğan, ince dilim domates, acı yeşil biber yanında. Yanık gözden ürktüm, kafasını koparıp, Lefter'e attım. Lefter Niko'nun kedisi. "Sen Beşiktalı değil misin, niye Lefter koydun kedinin ismini" diye sormuştum. "Büyük futbolcuydu, bizim takıma çok yakışırdı ama kısmet olmadı, o kanaryanın ötüşüydü, çubukluyla çıktığında kartal bile mest olur onu dinlerdi" dediydi. Lefter kafaya yumuldu. Koyun iyice ucundayız. Niko, Lefter bir de ben varız bu akşam. Okullar açıldı, hava soğudu. Kimsecikler kalmadı. Niko da gelir oturur birazdan karşıma. Gün ışığı çekilmeye yüz tuttu. Yazdıklarımı hiç silmem. Böyle yüzlerce paragraf, kimi birbiriyle ilgili, kimi ilgisiz. Bir türlü yan yana gelip bir hikâyede birleşemezler. Güzel sözcükler bulmayı, cümleler kurmayı beceriyorum, ama sonrası mühendis kafası. Bir araya getirmek için bir harç, kablolar arasında makul bir bağlantı arayıp duruyorum. İlla bir mantık silsilesi içinde birleşecekler. Zorlamayla olmuyor. Paragraflarım isyan ediyor, bir başımıza kalırız sayfalarda, daha iyi diye.

"Senin esas yanılgın, hatta hayatının en büyük yanılgısı, rafta duran hayat kitabına kafayı takmış olman. O kitapla kafayı bozmuşsun. Oysaki rafta duran başka kitaplar da var. Yaşayamadığın mümkün geçmişlerin orada. Farkına bile varmadan es geçtin hepsini. Böyle kafanın dikine gidersen ıskalayacağın mümkün geleceklerin de. Baksana ne çok kitap var rafta. Neden bir tanesine takılıp kaldın ki mühendis efendi? O akşam sizi ziyarete gelen Eşfak Amcan değil de Orhan Enişten olsaydı tıp fakültesi olacaktı tercihin. O kadar ne yapacağını bilemez haldeydin. Sonraki yıllarda hep çocukluğumdan beri ben mühendis olmak istiyordum diye yalan söyledin. Ya da belki kendini de inandırdın bu hikâyeye. Bak artık sen beni yazmıyorsun ben seni yazıyorum. Bu akşam dolunay var. Ay gölgeleri, güneş gölgelerinden farklıdır. Daha efsunlu, daha gerçeküstü. Ay yükselince şu patikaya çık yürü. Köşeyi dönünce arkana bak, gölgenle birlikte yürürsün. Belki paragrafların birbirlerine yanaşır, kaynaşır. Belki yıllardır arayıp bulamadığın ilham perisi şu çam ağacının ardında saklıdır."

Niko da geldi oturdu, Kendine balıklı pilav yapmış. Bana da verdi biraz. Deniz kızı veriyor tarifleri diyor. Kim bilir belki de öyledir. Kimyonlu, tarçınlı defne yapraklı bir pilav. Kayabalığı var içinde. Reyhanla marine etmiş balığı, hem renk vermiş hem egzotik bir tat. Deniz suyuyla haşlıyorum pirinci diyor. Şu Niko İstanbul'da, Atina'da restoran açsa, Nusrbalık olur. Ünü dünyayı tutar. Bir kere söylediydim, "Gel parayı ben koyayım açalım bir balık lokantası" diye. "Olmaz, o zaman ne deniz balık verir, ne deniz kızı tarif" dediydi. Bir daha da ağzımı açmadım tabii. Cenneti bulmuşum, şubelerini açmaya kalkıyorum. Mühendis kafası işte. Lefter'in mama kabına biraz balıklı pilav bıraktı Niko. Kedi pilav yer mi? Ama bu kedi değil ki, Lefter.

"Sizi izliyorum nicedir, uzun zamandır konuşmadan oturuyorsunuz. Niko zaten insan olmasa da sıkılmaz. Denizle, deniz kızıyla, Lefter'le konuşur. Balıklarla konuşur. Kuzeyde yaşayan İnuitler gibi, av kendini ona teslim ettiğinde onu avlayabileceğine inanır. Niko bu gezegenin insanı. Ya sen Orkun Bey hangi gezegenin insanısın? Bir yandan rakını içip bir yandan kara kara düşünüyorsun. Ay yükseliyor, patikaya çıkıp yürümeye başlasam paragraflarım birleşir mi, bitirmeye çalıştığım hikâye biter mi? İlham perisiyle karşılaşır mıyım? Döndüğüm zaman Necla'ya aşık olduğumu mu söylesem? Ani bir kararla şirketten istifa edip Ömer'in yelkenlisini mi alsam ? Hayatındaki her şey hesaplı kitaplı, planlı programlı. Lisede aldığın Alman eğitimi damga vurmuş hayatına. Yalnız hayatına olsa iyi, hayallerine de, rüyalarına da. Düşündüklerinin hiçbirini yapamayacaksın, her sabah aynaya bakar gibi, kalemi her eline aldığında bana kendini anlattıracaksın."

Gökyüzünde bir yıldız kaydı. Satürn ayın az üzerine doğru hizalandı. Lefter tüylerini yalamaya başladı. Niko rakıdan bir yudum aldı. Hafiften bir kuzey rüzgarı, ben burdayım dedi. İnce bir yağmur yağacak gibi yaptı, sanki dalgalar sıçramış gibi biraz ıslattı sonra bulutuyla beraber geçti gitti. Orkun masadan kalktı, "Ben yarın İstanbul'a döneyim Niko" dedi. Niko önce Orkun'a sonra Lefter'e baktı, gülümsedi, "Selametle" dedi...
 

Talat Kırış

[email protected]

YORUMLAR

  • 0 Yorum