Bülent Pelit

Bülent Pelit

Yeşilcam Anı
[email protected]

ARABESK FURYASI

30 Mart 2019 - 18:00

Ellili yılların ortasına kadar elit tabakanın manipüle ettiği Türk sineması, sanayi ve endüstriyel alanda büyüme ile üretim noktalarına olan yoğun göç sonrası yeni bir talep patlaması yaşar. Güzel kız, yakışıklı oğlan, düzgün İstanbul Türkçesi, fonda yabancı plaklardan kullanılan müziklerle üretilen filmlerin arzı artık tıkanmaya başlar. Henüz yeni palazlanan Yeşilçam sineması farklı alternatifler aramaya başlar. Kahramanlık filmleri, gerçekçi filmler derken, kendi ezgilerinin hakim olduğu müziklerde fonda duyulmaya başlar. Köyden şehre inmiş, sinemayı yeni keşfeden yığınları sinema salonlarına, bahçelerine çekmektir amaç. Muharrem Gürses, Hüseyin Peyda gibi ajitasyonu yüksek filmler üreten sinemacıların filmleri gişede inanılmaz başarılar yakalar. Ezilen insanlar kendilerinin öykülerini beyaz perde de gördükçe, sinemanın eğilimi değişir. Yılmaz Güney gibi çirkin bir adamın yıldız olması, bütün ezberleri bozar Türk sinemasında. Yapımcıların, salon sahiplerinin bile profili değişir, bu kolay parayı kurnazlar keşfetmekte gecikmezler. Artık çok yakışıklı erkekler oynatmak zorunda değildirler. Üst zümreyi müzikal film olarak Zeki Müren ile ikame ederler. Düzgün Türkçe zaten sanat güneşinin en önemli silahıdır. Kömürle çalışan sinema projeksiyonlarına, tasarrufa yönelip yüzü karanlık çıkmasın diye makine dairelerine kendi eliyle kömür taşır Zeki Müren. Makinstlere yüklü bahşiş vermeyi ve en güzel yerden yemek getirmeyi de ihmal etmez. Öyle bir gecede yıldız olunmuyordu çünkü o dönemler.

Ahmet Sezgin ve Nuri Sesigüzel gibi türkücüler kullanılmaya başlar filmlerde. Hüseyin peyda mezarımı taştan oyun filmini bir kez daha uyarlar, bu sefer başrolde Nuri Sesigüzel vardır, bu filmde gişe rekorları kırar. Peşinden Seyfi Havaeri yönetiminde, Cemil Uyanığın yapımcılığında Kara Sevda filminde rol alır Sesigüzel. Rol arkadaşı güzeller güzeli Hülya Koçyiğittir. Yani jön ne kadar çirkin olursa, jöndam o kadar güzel seçiliyor. Bu filmde gişeleri altüst eder. Beş yıl sonra aynı senaryo, bu sefer Orhan Elmas’ın yönetimiyle yeniden çekilir. Başrollerde ezogelin filminde yanık sesiyle dikkat çeken Mehmet Bozdoğan vardır. Bu sefer partneri Zeynep Değirmencioğlu olur, bu filmde inanılmaz iş yapar, halkın beğenileri netleşiyordur artık, gittikçe ajite eden filmlere rağbet artmaktadır. Eyüpte bir sinema işletmecisi olan Cemil Uyanık ekonomik olarak alıp başını gider. Afişinde “bu film peşin para ile çekilmiştir” yazısı yazacak kadar ilginç bir şahsiyettir Cemil Uyanık. Yetmişli yılların başında Samsunlu iki müzisyen daha popüler olur.

Yıldıray Çınar ve Orhan Gencebaydır bunlar. Ahmet Sezgin’in sazcısı olarak bilinen Orhan Gencebay’ın müziği diğerlerinden biraz farklıdır, daha acılı, farklı müzik aletleriyle kotarılır arabesk derler buna. Bu iki sanatçının filmleri de büyük iş yapar. Ama arabeskin asıl kırılma noktası Çeşme filmiyle olur. Müzik kültürüne ve bilgisine sahip ender sinemacılardan olan Hulki Saner, yeni arayışlar içindedir. O vakte kadar Erol Büyükburç, Emel Sayın gibi iş yapan şarkıcılarla film yapmış, önemli bir ekoldü Saner Film. Kendisi yönetmen olduğu halde bazı filmlerinde Atıf Yılmaz, Metin Erksan gibi sinemanın çok iyi yönetmenlerine film çektirmişliği de vardır. Tebdili kıyafet en ücra köşedeki sinema salonlarına gidip gözlemlerde bulunur Hulki Saner, yığınların nelerden etkilendiğini bizzat izler. Arabeske evrilmenin artık kaçınılmaz olduğunu fark eder. Orhan gencebay filmlerinde az buçuk isyan ediyordu, kötü adamları dövüyordu falan, bunun kesmeyeceğine kani gelir. Daha çok ezilmeliydi filmde başrol oyuncusu. O dönem genelev önlerinde seyyar arabalarda çalınan müziklerin patladığını duymuştur, oralara giden insanlar aynı zamanda sıkı sinema seyircisiydi çünkü. Adamlarını yollayıp mesai yaptırır, Ferdi Tayfur adında biri sürekli çalmaktadır, yanık sesli, iyice damardan söyleyen bir gençti Ferdi. Bir de Sarayburnu sahilleri vardı, bu gibi şeylerin nabzının tutulduğu, bir gün arabasını çekip orada konuşlanır, çay içmeye gelen arabalardan ortak yükselen ses Ferdi Tayfurdur. Hemen Ferdi’yi buldurur, uzun soluklu bir sözleşmeye imza atar. Müzikal filmlerin dehası olan Temel Gürsu’ya yönetmenliği teslim eder. Klasik daha önce defalarca çekilmiş bir senaryodur ama gişede büyük başarı yakalar, aynı ekip birkaç film daha birlikte çekerler, daha sonra Türk sinemasının kabadayı ayağı olan Yahya Kılıç’ın firmasına geçer Ferdi, tıpkı Kemal Sunal gibi. Ama artık arabesk furyasının ateşini yakmıştır Hulki Saner, peşinden Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses, Kibariye, Ümit Besen, Vahdet Vural, Küçük Emrah ve daha onlarcası boy gösterir beyaz perdede. Özellikle seksen ihtilali sonrası, cuntanın kılıcını iyice boynunda hisseden Türk sineması iyice arabesk furyasına sığınır. Sinemanın endüstrileşememesinin en büyük sebeplerden biri de, Yeşilçam’ın esen her rüzgarın arkasına kapılması olmuştur bana göre. Bazı usta yönetmenlerimiz istemeden de olsa arabesk ve türkü filmi çekmiştir, var olabilmek için. Digitalin iyice hayatımıza girmesi ile, klipler ortaya çıkarak, doksan dakika süren arabesk, türkü vs. üç beş dakikaya inmiş ve bu furya artık tarihe karışmıştır. Şimdi furyalarımız farklı ilerlemektedir, İvedik, BKM üretimleri, içi boş komediler derken, şimdi de tarihten kahraman yaratma, farklı yaşanmış olayları çarpıtarak sinemaya aktarmak moda bu yolda ilerliyor. Kırka yakın filmi olan Müslüm Gürses’in en iyi filmleri bile izlenmezken, hayatını anlatan film reklam pompasıyla milyonlara ulaşabiliyor, kanlı canlı Müslüm’ü görmek varken, yine hayatının sertlikleri sırf ajite edilerek, gerçekleri ise yumuşatılarak süslenen bir kurgu milyonları kendine çekebiliyor. Halbuki Muhterem Nur ve Müslüm Gürses aşkı, iki kaybeden insanın tanışmasıyla, tekrar ayağa kalkmalarıdır, iki taraf için menfaat içerir temelinde. Müslüm’ün en büyük sorunu uyuşturucu ve alkoldü, koca filmin içinde doğru düzgün anlatılmaz bu. Özetleyecek olursak her furyada malı götüren kişiler aynıdır aslında. Özellikle bölge işletmecileri, salon sahipleri en büyük kaymağını yemiştir bu işlerin. Seyirci çekildiğinde sinema salonları, düğün, bilardo, kahve gibi yerlere ev sahipliği yapmaya başladı, yani rant neredeyse onlar orada oldu hep. Türk sinemasının bu basit hesaplardan kurtulup, nitelikli yapımlara yönelmesi dileği ile.

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum