Bülent Pelit

Bülent Pelit

Yeşilcam Anı
[email protected]

NEDEN YILMAZ GÜNEY?

27 Şubat 2019 - 20:27

1979 yılı yapımı Düşman filmi, Türk sinema tarihinin başyapıtlarından biri olmasına rağmen pek bilinen bir üretim değildir.

Senaryosunu Yılmaz Güney'in yazdığı Zeki Ökten'in yönetmenliğini yaptığı bu filmde Aytaç Arman ve Güngör Bayrak, Güven Şendil başrolleri paylaşır. Filmin tamamı Çanakkale'de geçer ve orada çekilmiştir.

İşsiz bir genç olan İsmail'in hayatta tutunabilmek için çabasını anlatır filmde. Karısının gözü yükseklerdedir, İsmail amelelikten, belediye adına köpek zehirleme dahil bir çok işte çalışır evine bir lokma ekmek getirmek için. Görünürde İsmail'in bir düşmanı yoktur filmin içinde. İntihar etmek için çırılçıplak balkona çıkan bir hayat kadınını aşağıdaki kalabalığın şehvetli bir şekilde izlemesini, amele pazarındaki araca binmek için koşarken arkadaşının elini ısırmasıyla, yüzükoyun yere düşerken kafasını çarpıp ölen işçiyi gösterir seyirciye, seyyar satıcılık yapan adamın evinin önünde süpürge olduğunda ailesinin eve erkek aldığını ve içeri girmemesi için bir işaret olduğunu beyinlerimize kazır. İsmail'in bir umut olarak gördüğü Alman iş adamını eğlendirmek gerektiğinde, kendi karısının ikram olduğunu öğrenmesi onu da seyirciyi de şoka sokar. Tefeci vardır filmde insanların kamını emen, ama en yakın arkadaşı bile fırsat eline geçtiğinde o kan emici tefeciden aşağı kalmaz. Baktığın vakit ortada hiç düşman yoktur. Düşman aslında Çanakkale'de denize dökülmüştür hep öyle öğretilmiştir bize. Ama kapitalizmin her tarafımızı işgal ettiği, bizi kıpırdayamaz hale getirdiği tokat gibi vurulur yüzümüze.

Aslında en büyük düşman etrafımızdaki insanların egosu, bitmek bilmeyen menfaat hırslarıdır. Düşman çok yakındadır, hatta ensenizin dibindedir.

Yine 1981 yapımı Yılmaz Güney'in projesi olan Şerif Gören'in yönettiği "Yol" filmini izleyenler bilir, Halil Ergün'ün canlandırdığı karakterin Diyarbakır'da karısının ve çocuklarının yanına giderken istasyon sonrası geçen iki üç dakikalık ilginç sahneler vardır. Trenden iner, bir cenaze vardır, caminin çeşmelerinden birinde abdest alır, çıkar gider hoş aynalı bir yerde tıraş olur, aynanın üstünde dini bir yazı asılıdır.

Dışarıda sırtında küçük bir bebek olan kız çocuğu ve başka bir çocuk gelir yanına onlara bir şeyler dağıtır, onlardan kopar, başka bir çocuk grubu kümelenir etrafına, neredeyse bir paket sigara dağıtır, birbirlerini çiğneyerek sigaraları kaparlar, sonrasında küçücük çocuklar o sigaraları büyük keyifle içerler ve kamerada onların bu halini tüm çıplaklığı ile görüntüler. Sonrasında oldukça fazla kiralık bisiklet gözükür, başı kalabalıktır bu yerin, çünkü çocuklar bisiklete binmeyi sevmekte ancak güçleri kiralamaya yetmektedir, fakirlik sonuna kadar gözler önüne serilir. İşte sinema ve sinemacının gözü, o çocuklar şimdi ne oldu diye düşünmemiz lazım, dağa çıkan PKK'lılar, şehirlerde gayrimeşru işlere dalmış insanlar hep bu başıboş, birbirini ezerek, çiğneyerek büyüyen çocukların içinden çıktı. Yılmaz Güney ve Şerif Gören bir sinemacı olarak bunu bize gösteriyor, işte sinemacının farkı bu. Ama devlet adamları bu tip filmleri izlemezler kültürleri gereği. Ve farkına varamazlar buralardan gelen mesajların. O zamanki çocuklarla şimdiki Suriyeli çocukların bir farkı var mı? Gelecekte başımıza nasıl felaketler gelecek, bunları öngörebilen birileri var mı? Yok tabi ki. Satırlara sığdırmak mümkün değildir Yılmaz Güney sinemasını.

YORUMLAR

  • 1 Yorum
  • İlker kurt
    5 yıl önce
    Muhteşem bir anlatım,gerçekçi bir bakış açısı kalemine sağlık sevgili dost.