Bülent Pelit

Bülent Pelit

Yeşilcam Anı
[email protected]

PORTAKALI SOYDUM, BAŞUCUMA KOYDUM

03 Nisan 2019 - 22:30

1997 yılı 34. Antalya Film Festivali, Usta yönetmen Memduh Ün'ün başkanlığında geleneksel Yeşilçam ağırlıklı bir jüri mevcut.

Hamam, Masumiyet, Usta Beni Öldürsene, Kuşatma Altında Aşk, Nihavent Mucize, Köpekler Adası, Mektup gibi filmler yarışıyor. Birde siyah beyaz, mütevazi, yönetmeninin babasını, akrabalarını oynattığı Kasaba adlı film var. Ferzan Özpetek, Zeki Demirkubuz, Barış Pirhasan, Atıf Yılmaz, Halit Refiğ, Ali Özgentürk, Ersin Pertan diğer filmlerin yönetmeni, Kasaba'nın ise Nuri Bilge Ceylan, bu kadar kalitenin arasında hiç şansı yok. Jüri toplanıyor, ödüller belli oluyor, Kasabaya haliyle hiç bir ödül yok. Jüri üyelerinden biri filme kafayı takıyor ille küçükte olsa bir ödül verelim diye bastırıyor, o kadar çok ısrarcı oluyor ki hadi verelim de bir ödül kurtulalım diyor diğer jüri üyeleri. Kasabaya olmayan bir kategori yaratıp mansiyon ödülü veriliyor. Hatta ödülü bile NBC'nin Antalya'da yaşayan bir arkadaşı alıyor NBC yerine. NBC bu cesaretle filmini Avrupa'ya yolluyor bazı yarışmalarda daha ödül alıyor. Bir sonraki üretimi Mayıs sıkıntısını üretebilmek için ivme kazanıyor. Yine aile içinde bitiriyor filmi, daha sonra Uzak vs. alıyor başını gidiyor. O gün bir jüri üyesi ısrarcı olmasa belki bugün NBC sinema içinde olmayacaktı. Antalya Altın Portakal Film Festivali işte bu özelliği ile Türk sinemasının olmazsa olmazıdır. Birçok yönetmen, oyuncu bu festivalimiz sayesinde keşfedilmiş, büyük başarılara imza atmıştır. Endüstrileşememiş Türk sineması için, bir umuttur, filme katkı verenlerin hayalidir, barakalarda kalarak başlamış bu festival. Koşa koşa gitmiş sinemamızın önde gidenleri, kötü şartlara rağmen. Bir sinema bayramı olarak kutlanmış o hafta, renkli kortejleri, etkinlikleri, yeni sinemacıların, oyuncuların keşfi, hep heyecanını üst seviyede tutmuş, can suyu olmuş yıllarca. Film çeken, dizi yapan girişimcilere ilham kaynağı olmuş üretilen ürünler. İki bin iki yılında otuz dokuzuncu Antalya Film Festivalinde yarışan iki filmden neredeyse Kurtlar vadisinin üçte bir oyuncu seçimini yapmıştı Osman Sınav. Aynı yıl kendi filmi de yarışıyordu, onun galasına denk gelen diğer iki filmi izledi Sır Çocuklarından o dönem henüz sivrilmeye başlayan Özgü Namal’ı seçti, aynı filmde ilk defa boy gösteren oyunculardan Fırat Tanış ve Volga Sorgu da gelecekte sinema ve dizi dünyasına önemli katkılar verdiler. Benim filmim Martılar Açken’den ise ilk etapta üç oyuncu İstemi Betil, Haldun Boysan, Sefa Zengin yıllarca sürecek Kurtlar vadisi ekibine katıldı. Bir diğer oyuncumuz Murat Şen ise başrolü konuşmaya başladığı için görseli kullanılamadı, ancak şansına daha sonra oyuncu ile beraber sesi de değiştirdiler. İleriki dönemlerde aynı filmimizden Uğur Arslanoğlu, Ümit Belen’de o dizinin kadrosunda yer aldı. Sert, mütevazı bir film bile, dönemin en popüler işinin oyuncu seçimine bu kadar etki ediyorsa, diğer yarışan filmlerin etkisini düşünün. Serdar Akar, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim gibi son yılların en gözde üç sinemacısı da Antalya Altın Portakal Film yarışmasının büyük katkılarıyla varlıklarını tescillediler. İşte Antalya, Türk sineması için olmazsa olmaz bir şehir. Aslında Antalya Film Festivalinde kaçınılmaz sondu bu ulusal kategorinin kalkması. Her festivalde zaten bir avuç kalmış Yeşilçam insanları gözlerine batardı, çok bilmişler onlara beleşçi muamelesi yapardı, halbuki o festivalin gerçek sahibi onlardı, onlar olmazsa yaptıkları kortejin bir anlamı yoktu, birçok onur ödülü verdikleri ünlü sanatçılar o kortejlere binmediler bile, oraya büyük mutlulukla binenleri küçümsediler. Yani bu Yeşilçamı aşağılama sürecinde içi boş, insanlıktan uzak yıldızlarla ikame ettiler, özellikle televizyon piyasası hep bunların etrafında döndü. Bir hayranları fotoğraf çektirmek isteyince dövmekten beter yapan aynı model yıldızlar türedi. Şimdi verilen aranın ardından Antalya’da belediyenin el değiştirmesiyle Türk sineması yeniden ulusal festivaline kavuşuyor. Peki bu işin bütün günahını Menderes Türel’e mi yüklemek lazım? Tabi ki hayır, bu çözülmeyi hızlandıran bir dönem önceki başkan Mustafa Akaydın olmuştu. Antalya festival komitesinde düzgün olan insanlar komplo ile bir paket prezervatife uçuruldular görevlerinden, yerlerine yıllardır İstanbul film festivalini manipüle eden grup geldi. İsrail’in bir sivil toplum örgütü olan Greenhause temsilcileri söz sahibi olmaya başladı, seçkiler değişti, ön elemede kafalarına göre hareket etmeye başladılar, Greenhause destekli filmler ödüle boğuldu. Bir belgesel film ilk defa kurmaca dalında en iyi film ödülü aldı, büyük para ödülünü götürdü. Kürt milletçiliğini pompalayan filmler gündemi tutmaya başladı. Ödül törenlerinde terör örgütü lehine sloganlar atıldı, Türk sineması pis bir siyasetin içine itilmeye başladı. Podyuma çıkan kısa metraj yönetmeni bile Kürtçe konuşup, ödülünü öldüren üç pe ka kalı kadına adıyorum diye “Ulusal” kelimesiyle bağdaşmayan eylemlerde bulunmaya başladılar. Dünyanın en prestijli film festivallerinden biri olan Montreal’de en iyi film seçilen “Ateşin Düştüğü Yer” adlı film, aynı yıl katıldığı Antalya Festivalinde aldığı sıfır puanla ön jüriyi bile geçememişti halbuki. Türk sinemasının adil bir yarışması yoktu artık. İsme göreydi hareketler, İsmail Güneş’e antipati besleyen ön jüri filmine yarışma hakkı bile vermemişti. 2012 yılında en iyi erkek oyuncu ödülü festivalde Ercan Kesal, Kadir İnanır gibi çok önemli iki sanatçı varken, 12 yaşında bir çocuğa verildi. Aslında bir sorun yok gibi görünüyorsa henüz endüstri olamamış, olmaya çalışan bir sektör var. Ve bu işi hayatını idame ettirmek için benimsemiş, bu yolda ömrünü çürütmeye göze almış insanlar mevcut. Bir taraftan ülkenin dört bir yanına dağılmış okullar, o okullardan mezun olup piyasada tutunmaya çalışan, çalışacak olan, oyuncu, yönetmen, görüntü yönetmeni vb. adaylar varken bilinçli olarak amatör üreticiler kollanmaya başladı. Amaç ulusal kategorisini itibarsızlaştırıp, tamamıyla, uluslararası platformda gösterecek kendi formatlarında film çekilmesini pompaladılar. Hemşire bir kadına en iyi kadın oyuncu ödülü verecek kadar gözlerini kararttılar, profesyonel insanlar soğudu, filmlerini yollamamaya başladılar. Adana daha cazip gelmeye başladı. Tabi o kaçınılmaz son geldi ve ulusal ismine zaten kıllananlar, bir anda bıçak gibi kestiler Türk sinemasının Antalya’dan ayağını. Peki şimdi ne olacak? Yeni belediye başkanı yine benzer eski yapılanmayla mı yola çıkacak? Yoksa Antalya’nın genetik yapısına uygun kadrolar mı kuracak? Bekleyip göreceğiz. Yine belli isimler oralara üşüşecektir, onların dönüşleri çok kolay çünkü, etraf her devrin adamı kaynarken, eski şaşalı dönemi beklemek, bir hayal ama orada Türk filmlerinin yarışacağını bilmek bile güzel. Adil bir festival dileği ile. YAŞASIN TÜRK SİNEMASI.

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum