Bülent Pelit

Bülent Pelit

Yeşilcam Anı
[email protected]

TÜRK SİNEMASINDA SERMAYE:

11 Aralık 2018 - 12:42

Şu an hayatta olmayan bir yönetmen ağabeyim sohbet anında şöyle bir itirafta bulunmuştu

" Bir kaç film asistanlık yapmıştım yönetmenlik yapmak istiyordum ama köşe başları tutulmuştu, Erman Film, Acar Film, Kemal Film gibi firmalar en çok film üreten şirketlerdi. O gibi yapım evlerinde yönetmenlik şansım yoktu. Ben de bu işin çözümünün Anadolu sermayesinde olduğunu düşündüm, kısa bir Anadolu turu yaptım, orada zengin demir tüccarları, ileri gelenler, para babaları buldum. Filmciliğe meraklı idiler ancak piyasa oluşumu kapalı olduğu için girmeye çekiniyorlardı işe, ben ikna ettim ve alternatif bir kapitali sinemaya soktum"

Sonra ne oldu diye sorduğumda cevabı daha da ilginçti.

"Diğer yönetmenlerde oraya kanalize olmaya başladılar, ana akım yapımcılar kaliteli insanlardı, ilişki kurdukları, yatırım yaptıkları oyuncularda klastı. Hayatlarında doğru düzgün kadın görmemiş para babaları, birden böyle bir hayatın içine düşünce teşki mesai kurdukları kadınları baş rollere taşıdılar, bunların içinde gayrimeşru kadınlarda vardı, oyuncu yapısı değişti haliyle, üretimler kendi inisiyatifiyle seyirciye ulaşırken, halkın anlık beğenilerine göre filmler çekilmeye başladı, bu adamlar bölge işletmelerini de ele geçirdiler, sektörün ağası oldular zamanla"

Dedim af edersin ama piyasanın bilmeden ırzına geçmişsin, "Biraz öyle oldu" dedi.

O dönem devletinde sağlıklı bir sinema politikası olmadığından, endüstrileşme şansını da yakalayamadı Türk sineması. En büyük finansörü Ferdinand Manukyan oldu yıllarca. Hani bir zamanların en meşhurlarından vergi rekortmeni Matild Manukyan’ın ağabeyi. Altmışlı, yetmişli yıllarda nakit en büyük sorundu piyasalar için, sıkı döviz rejimi, yabancı sermayenin olmaması, likit akışını neredeyse imkansız hale getirmiş, bir film üretmek pahalı, ham maddesi karaborsa, hep dışarıdan geliyor, kamera döndüğünde yönetmen ve kameraman kareleri bile hesaplamak zorunda. Minimum negatifle en iyi netice alan, makbul yönetmen sayılıyor. Türk sineması bölgelere ayrılmış, en büyüğü Adana, sonra İstanbul, İzmir, Ankara, Samsun sıralanıyor. Bölge işletmecileri senetlerle işi döndürüyor. Manukyan senetleri yüzde üç, beş arası kırıyor, hem bünyelerine giren kara para aklanıyor, hem de sinemacılara bu nakit likide can suyu oluyor. Alan memnun, satan memnun. Ama her şekilde ilkeli davranıyor bu alışverişte Manukyan, bazı senet sahipleri ödemelerde sıkıntı yaratsa da eğer filmi yapan güvendiği biri ise gözü kapalı kırıyor senetleri, hiçbir şekilde yola çıkanı, yolda koymuyor.

Bölge işletmeleri derken, Adana bölgesinde elliye yakın dağıtıcı şirket olması hacmin ne kadar büyük olduğunun en büyük kanıtı. İşletme müdürü, depocu, taşıyıcılar, sinemada çalışanlar derken, setlerin haricinde de binlerce kişiye istihdam alanı yaratıyor Türk sineması. Ama sadece tüketime yönelik projeler, günlük yaşayan emekçiler üretmiş, sendikalaşma, sosyal güvence, telif hakkı gibi insani şartlar hep arka planda kalmış. Yetmişli yılların sonuna doğru örgütsel olarak alevlenir gibi olan Türk sineması mensupları Ankara’ya kadar yürümüş, tam bir ivme yakalayacakken on iki eylül darbesi ile, tekrar en başa dönmüştür.

Birlik olmayı bilemediklerinden, dirlik olmayı becerememişler yıllar içinde. Rahmetli Ümit Utku’nun çabalarıyla binlerce sinema insanı emeklilik hakkı kazandı, devletin ilk lütufuydu bu Türk sinemasına.Belki de en büyük şansızlığı Mustafa Kemal Atatürk’ün çok erken vedasıydı sinemamızın. Ne demişti ulu önder “Sinemaya layık olduğu ehemmiyeti veriniz” Çünkü sinema en etkin propaganda aracıydı ve Atatürk bunu görmüştü. Amerikan sineması yıllarca yaptığı filmlerle insanları kızılderilelere, Vietnamlılara düşman yaptı, ölen kötü adamdı, öldüren hep iyi adam. İnternet ortamı oturmadan önce, DVD, VCD gibi formatlar vardı, ve çokça bunlar korsan olarak dolaşırdı piyasada. Amerika’da film çıkmadan, düşerdi ortalığa, Amerika zorlasa iki gün içinde tüm korsanlar dümdüz edilecekken dokunulmazdı çünkü Amerika’nın Türkiye pazarından alacağı üç kuruştan ziyade, kültürünü dağdaki çobana bile iletmesi önem arz ediyordu. Amerika, sinemanın gücünü kullanarak, yıllarca dünya devi olmayı başardı.

Aslında gayrimüslim diye adlandırılan Ermeni, Musevi, Rum asıllı Türk vatandaşları, sinema piyasasında oldukça iz bıraktılar. Ustalar ilk onlardan çıktı, kurgu, ses kayıt, kamera vb. maharet isteyen işlerde onların öncülüğü vardı ve birçok sinema insanını yetiştirdiler. Ham madde ticareti de onlardaydı ve alışverişte örnek oldular.

Ham maddenin karaborsa olduğu bir zaman, babam kopya bastırıp filmi vizyona çıkaracak, sinfo adlı negatif ve pozitif satan bir şirket var ve sahibi Musevi asıllı bir Türk vatandaşı. Babamda nakit para yok, müşteri senetleri var, onlarla alacak pozitifi. Stoktaki son pozitifleri verecek adam senet karşılığı. Tam bu sırada başka bir filmci geliyor, pozitif soruyor. Satıcı Hidayete verdim kalmadı diyor. Adam masadaki senetleri görüyor, Hidayet senetle alıyor, bende nakit var, bana ver pozitifleri diyor. Satıcının cevabı aynen şöyle" Sende nakit para var her yerden alabilirsin ama Hidayet senetle başkasından alamaz, onun işinin de görülmesi lazım."

Keşke ilkeli insanların sayısı fazla olsaymış ve Türk sineması hak ettiği ehemmiyeti görebilseymiş.

YORUMLAR

  • 0 Yorum