Bülent Pelit

Bülent Pelit

Yeşilcam Anı
[email protected]

YETMİŞLİ YILLAR TÜRK SİNEMASINDA SEKS FURYASI

16 Mart 2019 - 10:38

Yetmişli yılların sonları, çalıştığı hastanenin çıkışında, Taksim civarındaki muayenehanesine gelen jinekolog doktor her zaman ki gibi müşterilerini pardon hastalarını beklemeye başlar. Kürtaj o dönemde yasaktır ama uzmanlık alanıdır kürtaj yapmak, ciddi paralar kazanıyordur bu yolla. Çevre de buna müsaitti, zenginlerin metresleri, pavyonda, gece kulübünde çalışanlar, hayat kadınları Taksim, Beyoğlu, Cihangir, Kurtuluş gibi yerlerde konuşlanmış olduğundan, iş kazası olduğunda, ilk çalınan kapı doktorun muayenesi oluyordu. Biraz erken gelmişti o gün, kapı çaldı, randevusu olmayan bir çift girer içeri. Erkeği tanıyordur daha önceleri patronları ile irtibatlı birkaç kadın getiren, filmlerde prodüksiyon işleri ile ilgilenen biriydi. Kızın üstünde bir erkek paltosu vardır, konuştukça durumun acil olduğunu anlar. İzlediği yabancı filmlerin etkisinde kalan yönetmen, fantastik bir sahne çekmeyi dener, soyulmamış bir muzla kadını çekecektir, pek bilinmeyen bir durumdur bu, çekim esnasında muz zavallı kadının cinsel organına takılır, bilinçsiz bir şekilde geri çekmeye çalışırlar, ancak sıkıntı büyüktür, kadın kanlar içinde kalır, panikle doktora getirirler. Kanamayı durdurup, operasyonu yapar jinekolog. Sıkça yaşanan iş kazalarından biridir bu. Endüstrileşememiş Türk sineması, para neredeyse oraya doğru yürüdüğünden, hiçbir alt yapısı, bilgisi olmadan daldığı her işte, kıra döke üretimlerine devam eder. Büyük firmalar adlarına leke gelmemesi adına kurdukları paravan şirketlerle bu müthiş pastadan geri kalmak istemez. Genelde bu firmalar hedefleri yapımcı olmak olan, prodüksiyon görevlileri tarafından kurulur. Yetmişli yılların başından başlayarak kademe kademe arttırırlar seks sahnelerinin şiddetini. İtalyan seks komedilerini model alır bazıları. Landa Buzanka’ya benzeyen Sermet Serdengeçti keşfedilir, Beş tavuk bir horoz olur, civciv çıkacak kuş çıkacak olur, yoğun fantezi dünyası sınır tanımaz Türk sinemasında. İnanılmaz bir para akışı olur, salonlar dolup dolup taşmaktadır, büyük şehirlere olan yoğun göç bu talebi sürekli pompalar, aile sinemadan kaçar olmuştur. Birçok sinemacı da bu furyayı kendine yediremez, köşesine çekilir. Uzaklaşanlardan biri olan Yavuz Yalınkılıç, bu süreçte Kıbrıs’a yerleşir. Furya bitene kadar dönmez. Döndüğünde her şey bitmiştir, sinema yeni yollar aramaktadır, Yalınkılıç iki yeni film çeker, yılların seks yıldızı Zerrin Egeliler vardır bu filmlerde, tabi filmler seks filmi değildir. Ama bazı kendini araştırmacı zanneden tipler bu filmleri furyanın içinde sayar, halbuki ilgisi yoktur. Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olanlar eksik olmaz tabi hiçbir zaman. Furyada boy göstermek zorunda kalan bazı insanların üzerine yapışır kalır, filmlerdeki aldıkları görevler. Yıllar sonra İstanbul dışı çekimlerde birkaç karakter oyuncusu ile içki masasındayken, daha önce seks filmlerinin kahramanlarından olan ağabeyimiz, başka bir ağabeyimizi kızdırmıştı, kızanın ağzından şöyle bir cümlenin döküldüğüne şahit olmuştum. “Ulan havan kime oğlum, g.tünün haritasını tüm Türkiye biliyor” bu laf karşısında acı bir tebessüm kaldığını hatırlıyorum aktör ağabeyimizin yüzünde. Beş katlı akdoğu platosunun en az iki setinde seks filmleri için kurulurdu kameralar. Sömürü her zamankinden daha çok belirgindi. Çalışan insanlar kaç film çekildiğini bile bilmezdi. Hijyen olmayan şartlar, zurnik ya da benzer kaynaktan gelen kadınlar, figürasyon olup baş role terfi etmeye çalışan kaslı gençler, kadınlar, büyük para vuran ağalar, ne ararsanız mevcut. Türk sinemasının bu süreci ile ilgili çok başarılı araştırmalar söz konusu, sağlam arşivler, analizler, benim kurmaya çalıştığım cümleler bu devrin binde birini bile anlatmaya yetmez. Lüks, Rüya, Alkazar sinemaları, Türk seks filmlerinin Beyoğlu’ndaki kalesiydi. Rivayete göre Zerrin Egeliler kendi filmlerini Feriköy’deki İdil sinemasının locasından izlermiş. Çok ilginç bir şekilde zamanın sağ koalisyonunda seks filmleri kendini soft sahnelerden hard sahnelere doğru evrilmiştir. Altmışlı yıllardan yetmişli yılların ortasına kadar altın çağını yaşayan Türk sineması, bu süreçten sonra furyaların esiri olmaya başlamıştır, paragöz yapımcılar, sinema salonları sahipleri, işletmeciler sektörün kanını emmek için birbiriyle yarışmışlar. Hiçbir şekilde sektörün, endüstrileşmesine izin vermemişler. Seyirci sayısı düştüğünde cenabet sinemalarını düğün salonlarına, marketlere para neredeyse oraya dönüştürmüşler. Şimdi de konjonktürün hiçbir farkı yoktur, üretim biçimleri kırk yıl öncesinin vahşi şartlarından daha da ağırdır. Bir de üstüne üstlük dar sayıda insan istihdam eden bir meslek iken rakamlar inanılmaz derecede katlanmış herkesin cinnet geçirir gibi sinemacı olmaya çalıştığı bir branş haline gelmiştir. Endüstrileşme hala yok, merdiven altı üretim tam gaz devam.

YORUMLAR

  • 0 Yorum